ALİ YALÇIN
Algı Operasyonlarını Yalanlayan Gerçekler
Sorumlulukların tartılarak emeğin değerinin tartışıldığı bir zeminde, beklentilerin azami noktaya çekilmeye çalışıldığı bir süreci hep birlikte yaşadık. Biz reel zemini hiçbir zaman terk etmedik. Ülkenin gerçekleri, bizim sorumluluk alanımızın ilk maddesiydi. Kaldı ki, süreç içinde sık sık dile getirdiğimiz “sosyal maliyet” kavramı bu gerçekliğin bizce en önemli yorumuydu. Gerçekten de, ilk andan itibaren söylediğimiz gibi finansal maliyet, sosyal maliyeti karşılamak ya da engellemek için katlanılması gereken bir unsurdur. Dolayısıyla sosyal maliyet, daima finansal maliyetten büyüktür. Bu tespit, ancak sorumluluk duygusuyla yapılabilirdi.
Her şeyin nesneleştirildiği, hatta pragmatizme tahvil edildiği bir dönemde değerleri ön plana çıkararak hak ve özgürlükleri savunmak önemli bir sabır eşiğine sahip olmayı zorunlu kılıyordu. Hele hele, ilkelerle örgülediğimiz teşkilatımızın cesametini anlayamayacak zihin darlığı içindeki rakiplerimizin, ilk fırsatta olguları saptırmak için manüplasyon silahına sarıldığı bir zeminde, olguları yerli yerine oturtup algılara seslenmenin ne kadar zor olduğu düşünülecek olursa, ne kadar zor bir işe talip olduğumuz daha iyi anlaşılacaktır.
Hedef bellidir… Hedef, “zam” parantezinde toplumu germek. Daha açık bir ifadeyle kimi çevreler, kamu görevlilerinin haklarını savunan ve hizmet sendikacılığını kendine düstur haline getirmiş Memur-Sen’in “muhaliflik sadece karşıtlık değildir” ilkesini ıskalayıp fitne ateşinin içine atarak, siyasetin nesnesi yapmak istemişlerdir. Eğer bunu becerirlerse, güya siyasette yeni bir tasarımı gerçekleştireceklerdi.
Biz hiçbir zaman sadece sesi yükseltmedik. Biz medeniyetimizden bize tevarüs etmiş sözümüzü her zeminde söyleme derdindeyiz. Bu noktada adil bir dünya özlemimizle birlikte emeğin bütüncül bir perspektifle hakkının verildiği, adil paylaşımın temel ilke olduğu bir düşünceyle hareket ettik. Yol yürüyenin, menzil ulaşanındır. Bizim işimiz sosyal politikalarda söz söylemektir. Siyasetle bağımız ancak bu noktada şekillenmektedir. Ezberlerin değil gerçeklerin dünyasında, rasyonel davranışlarımızla, edilgen değil aksiyoner yönümüzle hak ve özgürlük savunuculuğumuzla yolumuza devam ediyoruz.
Toplu sözleşme süreci 2007’den bu yana süregelen finansal krizin semptomlarının oluşturduğu bir zeminde gerçekleşmiştir. Bugün haritaların değiştirilmeye çalışıldığı, bu bağlamda çatışmaların arttığı bir zeminde hemen hemen bütün ülkelerin etkilendiği bir kriz süreci yaşanmaktadır. Dolayısıyla ülkemiz de bu süreçten etkilenmektedir. Krizler ise bir kısıt oluşturmaktadır. Toplu Sözleşme Görüşmeleri işte bu kısıt altında gerçekleşmiştir. Bu olguyu manüplasyon araçlarıyla saptırıp, sadece söylemle hareket edenlerin niyeti, yukarıda da söylediğimiz gibi Türkiye’nin yerli ve milli duruşuna karşı politika geliştirmektir.
Peki, kısıt neydi? 2018 ve 2019'a ait Orta Vadeli Mali Plandaki personel bütçesi rakamları ortada. Bizim Toplu Sözleşme Sürecinde revize ettirdiğimiz rakamlar da ortada. Biz finansal balonun oluşturduğu hayalden ziyade üretimin oluşturduğu reel zemine dayandık. Ücretler konusundaki sorumluluğumuzu da bu noktaya konumlandırdık. Elde ettiğimiz 258 kazanım ile gerek sosyal alanda gerekse finans alanında en üst düzlemde bir başarının hikayesinin farkındayız.
İlk teklifle, bizim müzakerelerimiz sonucunda elde edilen rakam arasındaki yüzde 40’lık farkı görmezden gelenlerin hala manüplasyon peşinde olduklarına şahit oluyoruz. Yüzde 40 neye tekabül ediyor anlatalım o zaman.
İki yıllık toplu sözleşmenin zam oranlarının ilk teklife göre oluşturduğu ilave katkı yani yüzde 40 artış 9 milyar TL’dir. 27 milyardan 36 milyara çıkan ilave kaynak emek örgütlerinin sosyal politikaları doğru zemine yönlendirmek yanında kamunun kaynaklarını iç paydaşlarla hakça bölüşmek noktasında da ne kadar önemli olduğunu göstermiştir.
Rakiplerimizin bizi düşürmek istedikleri tuzaklardan biri de son gece, son dakikada ortaya çıkan 0.5’lik artıştır. Bize diyorlar ki, “biraz daha direnseydiniz”, “0.5 için değer mi, bırakın hakem heyetine gitseydiler.” Bol keseden söylenen bu sözlerin muhatapları, finansal balonun kapıkuludur. Biz 0.5’in ne kadar değerli olduğunun bilincindeyiz. Bütçe içinde neye tekabül ettiğini, oluşturduğu maliyeti iyi biliyoruz. O gece Kamu İşvereni Heyeti tarafından verilen son rakam daha önce anlatıldığı gibi 3.5+4+4+5’ti. Bizim son dakikaya kadar sürdürdüğümüz pazarlıkla bu denklem 4+3,5+4+5’le revize edildi. Şimdi karşılaştıralım. 0,5’in ilk maliyeti 1 milyar 100 milyona denk geliyor. 0.5’lik artış başa çekildiği zaman getirinin sonraki dönemlerdeki karşılığı 1 milyar 500 milyon TL’ye yakındır. Yani küçümsenen 0.5’in bütçeye maliyeti bir hayli yüksektir. “Meselemiz bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek.” sözümüzün karşılığı burada gizlidir.
Bizce bu süreçte en zayıf noktalardan biri Kamu İşvereni Heyeti’nin özellikle Hizmet Kolları Sözleşmeleri konusunda yavaş davranmasıdır. Toplu Sözleşme imzalandıktan üç gün sonra ancak imzalanan Hizmet Kolları Sözleşmeleri bir boşluk doğurmuş, her hizmet kolunun toplu sözleşme kazanımları üzerine eklenecek mali ve sosyal kazanımlar tam anlamıyla kamuoyuna anlatılamamıştır. Özellikle sosyal medya üzerinden kirletilen bir hava altında imzalanan Hizmet Kolları Sözleşmeleri, her bir alanda toplu sözleşmeyle birlikte büyük kazanımlar sağlamıştır. Özellikle, bu konuda daha önceki sayfalarda verilen hizmet kolları kazanımlarını iyi analiz etmek gerekir.
Ne var ki, olguları manüple etmeyi kendilerine ahlak olarak seçenler, bu kısıtı bilmelerine rağmen, 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşmeleri Kanunu’nun yanlışlıklarından kaynaklanan bir delikten sızarak kamuoyunu bilgi kirliliğiyle yönlendirmeye çalışmışlardır. Oysa sendika mezarlığı yolculuğuna perde dikmek için toplu sözleşmenin fetvaz yorumculuğuna soyunmakla erime durmaz.
Bu noktaya gelmişken; 4688 Sayılı Kanun’un oluşturduğu sızıntılardan somut örneklerle bahsetmek gerekir. Kanun, Toplu Sözleşme Masasında Kamu İşveren Heyeti karşısında Kamu Görevlileri Temsilciliğini parçalı bir duruma düşürerek hakların savunulmasını zayıflatmaktadır. Özellikle kanundaki yanlışlık toplu sözleşme masasını “yetkili olduğu dönemde enflasyonun yarısı kadar zam alamayanların” strateji oyunu sahasına çevirmesine neden olmaktadır.
Kanunun oluşturduğu sızıntı, masanın yetkisiz sendikaların şov alanına dönüşmesine neden olmakta. Şöyle ki, yetkisiz sendikalar masayı toplu sözleşmede memurun haklarına odaklanma yeri olarak değil, muhalefetlerini gösterebilecekleri bir zemin olarak görüyorlar. Mesela, masada olması gereken KESK, ihraç edilmiş kişileri eşbaşkanlar olarak seçip masaya oturtmak suretiyle masanın gündemini bozmayı düşünmüş fakat bakanlık bunu fark edip katılımcıların değiştirilmesini istediği için KESK masaya oturmamıştır. Hal böyleyken KESK, toplu sözleşme süreci boyunca ve sonrasında bu meseleyi bir mağduriyet alanı ve toplu sözleşmenin gayrı meşruluğu söylemine zemin haline getirmiş, buradan da Memur-Sen’e yönelik karalamalara yönelmiştir.
Sonuç olarak; Memur-Sen’in toplu sözleşme başarısını anlayabilmek için, yetkinin Memur-Sen’de olmadığı önceki dönemlerde toplu pazarlık masasında elde edilen sonuçlara, boş metnin altına atılan imzalara bakılması yeterli olacaktır.
Enflasyonun yüzde 10’u geçtiği dönemlerde, imza atılan yüzde 2+2’ler, 3+3’lere başarı diyenlerin kazanımlarımıza cümle kurması sendikal muhalefet gereğidir.
Öyle anlaşılıyor ki; Memur-Sen’in, yıllardır elde ettiği yüksek oranlı kazanımlar ciddi bir çıta oluşturmuştur ve kimi sendikalar Memur-Sen öncesi dönemde kazanım yoksulu olduklarını unutup kendilerinin teklif edememek bir tarafa hayalini dahi kuramadıkları kazanımları, Memur-Sen’in elde etmesine olan hasetlerini çamur atmakla gidermekte ve avunmaktadırlar.
Bu çevrelerin kamu görevlilerinin sorunlarıyla uğraşmak yerine Memur-Sen’le uğraşmalarını sendikal bir sapma, saptırma ve başarısızlıklarını örtme girişimi olarak değerlendiriyor ve “Meyve veren ağaç taşlanır” diyerek yolumuza devam ediyoruz.
Memur-Sen değerleriyle, duruşuyla özgün ve özgür sendikacılığın temsilcisidir. Sadece toplu sözleşme sürecinde değil, sonrasında da kamu görevlilerinin kazanımlarını artırmak için durup dinlenmeksizin çalışmaktadır. Memur-Sen’i güçlü kılan değerleri ve üyeleridir. Değerlerimize sahip çıkıyor, üyelerimize şükranlarımızı sunuyoruz.