ARŞİV
Çözüm ve Yeni Anayasa Süreci Tamamlanmalıdır
Türkiye 21. Yüzyılın başından bu yana hem demokrasi hem ekonomi alanlarında hem de sosyal yapıda gerçekleştirdiği reformlarla demokratik ve ekonomik standartlarını yükseltmiştir. Demokratik ve ekonomik gelişmeyle birlikte siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması, Türkiye’nin dünya demokrasi ve ekonomi liginde kısa sürede çok sayıda basamak atlamasını ve bu sayede bölgesinde lider, dünyada küresel aktör olma noktasında önemli mesafeler kaydetmesini sağlamıştır. Bu adımların tamamlanması, Türkiye’nin her alanda küresel aktör olması ve küresel kurumlarda aktif rol alması, küresel adaletsizlikleri ve zulümleri önlemede öncü rol oynaması için içerideki önemli bazı sorunların aşılması ve ivedilikle çözüme kavuşturulması gerekiyor. Türkiye’nin “üç ana fay hattı” olarak isimlendirilebilecek bu sorunlar ve çözümleri nelerdir? Birincisi, Kürt kökenli vatandaşlarımızın taleplerinin karşılanmasına da kapı aralayacak otuz yıllık terörün bitirilmesini hedefleyen çözüm sürecinin tamamlanması, ikincisi, Alevi vatandaşlarımızın beklentilerinin karşılanması, üçüncüsü ise, başta başörtüsüne yönelik yasak olmak üzere vesayet ürünü, darbe kalıntısı tüm yasakların kaldırılmasıdır. Zaman zaman yavaşlamakla birlikte her üç ana fay hattıyla ilgili olarak, beklentilerin ve taleplerin karşılanmasına yönelik reform çalışmaları sürmektedir. Ancak ülkemizin ve milletimizin daha fazla gecikmeye tahammülünün kalmadığı, küresel rekabetin zamanla yarışmayı gerektirdiği dikkate alınarak, her alanda beklentileri karşılayacak reformlara hız verilerek Türkiye’nin demokratikleşme serüveni tamamlanmalıdır. Demokratikleşme serüveninin finali, devlet eksenli değil millet eksenli demokratik, özgürlükçü ve sivil bir anayasayla olacaktır. Türkiye’nin önemli fay hatlarını onaracak ve güçlendirecek, geleceğe daha umutla bakmamızı sağlayacak yeni anayasa konusunda ağırdan almak ülkeye verilebilecek en büyük zarardır. Millete daha fazla fatura çıkmadan, yeni anayasa çalışması tamamlanarak milletin önüne getirilmelidir. Bu genel değerlendirmeden sonra hem konfederasyonumuzun hem de şahsımın dergimizin kapak konusu “çözüm süreci”yle ilgili gözlem ve önerilerini aktarmak istiyorum. Öncelikle, çözüm süreci kapsamında Akil İnsanlar Heyeti’nin oluşturulması, yüzde yüz isabetli bir karar ve uygulama olmuştur. Akil İnsanlar Heyeti, çözüm sürecinin doğru anlaşılması ve büyük bir mutabakatla yol alması noktasında çok önemli bir misyonu yerine getirmiştir. Heyetin önce Marmara Bölgesi Grubu sonra da Karadeniz Bölgesi Grubu içinde aktif sorumluluk almış bir üyesi olarak, Akil İnsanlar Heyeti’nin iktidar ve muhalefetten ayrı olarak toplumun üçüncü gözü olduğunu, iktidar ve muhalefet partilerinin ulaşamadığı kişilere ulaştığını, onların duygu ve düşüncelerini özgürce anlatmaları için demokratik zeminler oluşturduğunu ve bu zeminlerden çok sayıda önemli öneri ve teklifin dile getirildiğini söylemeliyim. Bu öneri ve teklifler, bölge çalışmaları sonucunda düzenlenen raporlara yansıdığında, kamuoyunun da bilgisine sunulmuş olacak. Yıllardır aydınların toplumdan kopuk olduğunu, sivil toplum kuruluşlarının milletle temas etmediğini söyledik durduk. Akil İnsanlar yöntemi, aydınlar ve sivil toplum kuruluşlarının ilk kez kendi tabanları, kendi okurları, kendi ideolojileri dışındaki kitlelerle yoğun bir temasa geçmelerini sağlayan bir zemin oluşturması bakımından anlamlıdır. Bu zemin, Türkiye’nin toplumsal barışı için önemli kazanımlar üretecek, Türkiye’nin sorunlarına yönelik alternatif çözüm yollarının, yol haritalarının sayısını artıracaktır. Bu süreçte Memur-Sen olarak, Başbakan’la Dolmabahçe’de yapılan ilk toplantıda çözüm sürecine yönelik 36 maddeden oluşan çözüm paketi, ardından Akil İnsanlar Marmara Grubuna 42 maddelik, sonra da Akil İnsanlar Karadeniz Grubuna 48 maddelik öneri paketlerini sunduk. Çözüm sürecini konu edinen daha geniş kapsamlı bir rapor çalışmamız da tamamlanmak üzeredir. Büyük Memur-Sen ailesi olarak, çözüm süreciyle ilgili kırmızı çizgilerimizi milletimizle defalarca paylaştık. Vatanın bölünmez bütünlüğü ve şehit yakınları ile gazilerimizin incitilmemesi şeklindeki kırmızı çizgilerimizi bir kez daha altını çizerek ifade etmek, hem Akil İnsanlar Heyeti üyesi hem de Konfederasyon genel başkanı olarak, gittiğim hemen her ilde şehit yakınlarını ve gazileri ziyaret ettik, uzun uzun dinledik. Genç bir gazimizin “başkanım bu sorunu çözün” haykırışı, şehit annesinin “ben yandım başka anneler yanmasın” çığlığı, şehit babasının “oğlumun başına gelen torunumun başına gelmesin” yakarışı” ve dağdaki çobandan doktora, sanayi ve ticaret odası başkanlarından sivil toplum kuruluşlarına kadar “siyasi bedeli ne olursa olsun bu sorun çözülsün” kararlılıkları çözüm sürecine desteğin ne kadar güçlü olduğunu açıkça göstermektedir. Terör örgütü ülke dışına çıktı. Silahlar sustu. Türkiye için bu önemli bir süreç. Silahların değil siyasetin konuşma zemininin oluştuğu ve Akil İnsanlar Heyeti’nin çalışmalarıyla sivil siyasetin daha da güçlendiği bir ortamda artık toplumsal rehabilitasyon başlatılmalı, çözüm süreciyle ilgili demokratik adımlar ivedilikle atılarak toplumun beklentileri karşılanmalıdır. Aksi takdirde hayırlı işlerin çok engeli olur. Türkiye’nin sorunlarını çözmesinden, bölgesel lider olmasından, küresel aktörlüğe oynamasından rahatsız olan ülkelerin, güç odaklarının varlığını bilmeyen yok. Nitekim, Gezi Parkı olayları, Türkiye’nin ekonomik ve demokratik yükselişinin ve istikrarının nasıl manipüle edilebileceğini gösterdi. Çevreye duyarlı çok az sayıdaki kişinin başlattığı bir eylem, küresel darbecilerle ulusal darbecilerin tahrikleriyle bir anda oluşturulan kaos ortamı, içerde ekonomik, siyasal ve sosyal maliyetler üretmekle kalmamış, dışarıda da Türkiye’nin imajını zedelemiştir. Sosyal medyadan etkilenen iyi niyetli gençleri konunun dışında tutarsak, oluşturulan tahrikin arkasında ve alanlarda kimlerin olduğuna baktığımızda, demokratik tepkiyle bağdaştırılması imkansız eylemlerin asıl amacının vesayeti yeniden getirmek olduğu görülecektir. Söz konusu eylemlerde, geçmişte Türkiye’de askeri darbeleri ve müdahaleleri desteklemiş, Kürt sorununun çözülmesine karşı çıkmış, farklı inanç gruplarına mensup vatandaşlarımızın taleplerine şiddetli bir şekilde itiraz etmiş, çoğu zaman terörize olma/etme yolunu seçmiş ve ırkçılığın en saldırgan halini savunabilmiş, ifade ve inanç özgürlüğü taleplerinin bastırılmasını desteklemiş, yabancı düşmanlığı eylemlerine karışmış, demokratik çözüm önerilerine karşı çıkmış, yeni anayasa çalışmalarını reddederek vesayetin devamından yana tavır almış kişi, örgüt ve kitleler illegal yapılarla birlikte ön plandaydı. Yıkıp yakan, kamu mallarına zarar veren, diyalog kurulmasını engellemeye çalışan ve kolluk görevlilerine karşı psikolojik baskı oluşturmaya çalışanlar da bunlardı. Memur-Sen olarak, sivil demokratik bir zeminden ayrılmayan, meşru talepler içeren her türlü eylemin ve sivil itaatsizliğin yanında olduk. Demokrasiye yönelik saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde ortak akıl mitingleriyle vesayetin şifrelerini kırdık, 12 Eylül referandumunda yoğun kampanyalar yaparak vesayetin tamamen kaldırılmasında öncülük yaptık, yine başörtüsü yasağının kaldırılması için sivil itaatsizlik eylemi başlattık. Ama hiçbirinde, tek bir vatandaşımızın hakkına halel getirmedik. Gezi Parkı eylemleriyse, tam aksine Türkiye’de vesayeti yeniden getirmek, çözüm sürecini akamete uğratmak ve yeni anayasa çalışmalarının durdurulmasını isteyenlerin son çırpınışıdır. Bunun için bu süreçte yapılan eylemleri meşru ve demokratik bulmadık, bunun için faiz lobisinin oyununa gelerek, küresel ve ulusal darbecilerin tuzağına düşerek grev kararı alan kuruluşları sendikal tarihe kara bir leke olarak geçmemeleri için ‘yanlış yapıyorsunuz’, ‘bindiğiniz sivil ve demokratik dalı kesiyorsunuz’ diyerek uyardık. Çünkü, 28 Şubat sürecinde vesayet rejimini arkalayan, sivil toplum ve sendikacılık tarihine kara leke olarak geçen 5’li çete olarak bilinen örgütler vardı. 367 krizi yaşandığı süreçte Ergenekon’a ev sahipliği yapan sözde sivil toplum kuruluşları ve konfederasyonlar vardı. Bugün de KESK’in başını çektiği 5’li grup hem faiz lobisinin hem de vesayetçilerin kazdığı çukurda arz-ı endam etme hevesiyle hareket ediyor. Biz, suyu bulandırmamaları ve boğulmamaları için kendilerini uyarma görevimizi yaptık. Çözüm sürecinde Reyhanlı saldırısı ve Gezi Parkı olayları göstermiştir ki, Türkiye’nin algı değişimi ve yönetimi konusunda ciddi çalışmalar yapması gerekmektedir. Toplum mühendisleri, sosyal medya üzerinden milletimizin problemli fay hatlarını harekete geçirerek veya yalan haberler üreterek, toplumun belli kesimlerini tahrik edip ülkeyi istikrarsızlık ortamına sürükleyebilmektedirler. Bu çerçevede, kısa vadede algı değişimi ve yönetimi konusunda doğru kararlar almak ve bu kararları milletle birlikte uygulamak, orta ve uzun vadede ise zihniyet değişimi ve dönüşümü noktasında temel reformlar yapmak zaruri hale gelmiştir. Bu zihniyet değişimi ve dönüşümünün anahtar kavramı yeni anayasadır. Hem çözüm sürecinde, hem demokratikleşme çalışmalarında dikkat etmemiz gereken önemli bir husus ise, etnisite konusu, ırkçılık konusudur. Hangi süreç olursa olsun etnik ve inanç konularında tanımlama, tarif etme yerine tanıma ve empati kurma yolunu seçmeliyiz. Kişi kendisini hangi etnisiteden, hangi inanç grubundan görüyorsa onu olduğu gibi kabul etmeli ‘sen şusun’ dayatması yapmamalıyız. Unsuriyet fikrinin, ulusalcı yaklaşımların bu topraklarda tarihi bir arka planı yok. Çünkü bu millet; Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerini inşa etmiş, içinde milletleri, dinleri, dilleri barındıran etnik kimliği hiçbir zaman ön planda olmayan hem başarısını hem de inşa ettiği medeniyetini de büyük ölçüde bu tercihine borçlu olan tarihi bir arka plana sahiptir. Sivil anayasa tartışmalarını tıkayan kimlik krizinin kökleri, büyük oranda Cumhuriyetin ilk yıllarına dayanmaktadır. Ulus devleti inşa etmek ve yeni bir kimlik oluşturmak için devrim kanunları başta olmak üzere bir çok kanun çıkarılmış. Tek parti döneminde milletin İslam dini ile bağını koparmak için İslamsız bir Türklüğü ihya etme önerileri getirilmiştir. Artık farklı inanç guruplarını ötekileştirmeyen, farklı etnik gurupları dışlamayan, inançlarını inandığı gibi yaşamak isteyen gruplara demokratik zemin hazırlayan açılımlara hız verilmeli, geçmişte açılan yaralar kapatılarak ırkçılık belası, ayrımcılık zehri bu topraklardan sökülüp atılmalıdır. Kimliklerin tokuşturulması, kimliklerin yarıştırılması, kalitenin kimlikte aranması, kimlik siyasetinin yapılması kısacası kimlik fetişizminden vazgeçilerek bireyin ön palana çıkarılması sağlanmalıdır. Farklı etnik kesimler arasında ve inanışlar arasında fikir ve düşünce birliği olmayabilir, ancak gönül birliği, kardeşlik hukuku mutlaka olmalıdır. Bu gönül birliği, kardeşlik hukuku medeniyetimizin yeniden inşasında maya olmalı, temel unsur olmalıdır. Bu ülkede asırlardır birlikte yaşayan farklı etnik kimliklerin birini önceleyen, ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ söylemi yerine asırları aşan kadim birlikteliğin ortak toprağı vatanın birleştiriciliğini öne çıkaran “Var Olsun Türkiyem” söylemini hakim kılan, andımızın azımsanmayacak sayıdaki vatandaş kitlesini rahatsız eden ırkçı söylem taşıyan ruhunu da bu çerçevede hükümsüz hale getiren bir anlayış sergilenmelidir. İçeriden ve dışarıdan planlanan tüm oyunlara ve tezgahlara rağmen milletimiz ırkçılık belasına yüz vermemiştir. Hiçbir zaman, Türkler “kahrolsun Kürtler” dememiş, Kürtler de “Kahrolsun Türkler” sözünü ağızlarına almamıştır. Türkler terör örgütü ile teröristle Kürtleri ayrı tutmuş, Kürtler de Jitem’in yaptıklarını, derin devletin kendilerine yönelik zulümlerini Türk kardeşlerinden bilmemiştir. Bugün gelinen noktada, kavganın millet arasında değil egemenler arasında olduğunu tüm milletimiz bilmektedir. Bölünme paranoyasına çanak tutanlar da, teröre destek verenler de aynı egemenlerdir. Memur-Sen’in ‘bin yıllık desende bir ve beraberiz” şeklinde özetlediği, kardeşlik hukuku bu topraklarda en köklü değerdir, bu değer bugün de farklı etnik grupların birlikte ve asırlardır devam ettiği gibi kardeşçe yaşamasının en önemli sigortasıdır. Çözüm sürecinde, Anadolu coğrafyasından ırkçılığın tamamen söküp atılmasının dışında kalkınmada öncelikli bölgelerde Devlet kaynaklı yatırımların sürdürülmesi, söz konusu bölgelerin kamu görevlileri için sürgün yeri olmaması, bu bölgelerde gönüllü ve istekli görev alacak kamu görevlilerine teşvik paketi açıklanması, koruculuk sisteminin kaldırılması, kaçakçılık benzeri illegal ekonomik faaliyetlerin önlenmesi, meşru kazanç yollarının artırılması gibi temel düzenlemeler de hemen yürürlüğe konmalıdır. Burada üzerinde durulması gereken çok önemli bir nokta da vatandaşlık tanımıdır. Memur-Sen olarak, yeni anayasada etnik tanımlamalardan olabildiğince kaçınılması gerektiğini, örneğin vatandaşlık tanımının Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı olarak tanımlanmasını istiyoruz. Çözüm süreci ve kısmen de Gezi Parkı olayları perspektifinden; Yeni Türkiye’nin geleceğine ışık tutmaya çalıştım. Büyük Memur-Sen ailesi olarak, Yeni Türkiye idealini güçlendirecek çözüm sürecine ‘millet görevi’ sorumluluğu içinde sonuna kadar katkı vermeye devam edeceğiz. Ülkemizin ve milletimizin geleceğini karartacak, medeniyet ve demokratik değerleri ortadan kaldırarak faşizan ve yasakçı süreçleri geri döndürecek Gezi Parkı ve benzeri olaylara karşı demokratik tepkimizi her koşulda ortaya koyduk, bu kararlı duruşumuzu sürdüreceğiz. Millet merkezli, insanı ve onurunu esas alan, ırkçılık söylemlerinden arındırılmış, ifade ve inanç özgürlüğünün sınırlandırılmadığı, inançların hayata geçmesini sağlayan demokratik laikliği içeren yeni bir anayasanın yürürlüğe konması için baskı grubu olmaya, karar alıcı mekanizmaları etkilemeye, gerektiğinde demokratik tepki süreçlerini hayata geçirmeye devam edeceğiz. Demokratik kazanımların kalıcı hale getirilmesi, medeniyetimizin yeniden inşası için eğitim politikalarının demokratik değerlere ve insan haklarına saygılı, milli ve manevi değerlere uyumlu bir yapıya kavuşturulması için, başta geçtiğimiz dönemde yapılan eğitim reformlarının sağlıklı bir şekilde hayata geçirilmesi ve eğitim mevzuatı içindeki vesayet şifrelerinin ayıklanması için öneri ve tekliflerimizi sürdüreceğiz. İktidarda kim olursa olsun katılımcılık, sivilleşme, demokratikleşme konusunda “her şeyi yaptık” rahatlığına giren, sistem içindeki darbeci ve vesayetçi mekanizmalarla mücadele etmeyi bırakan hükümetlere karşı demokratik uyarı mekanizmalarını sonuna kadar kullanacağız. İncinen kimliklerin onarılması, çeşitlilik ve farklılık içinde birlikteliğin sağlanması, cahiliye kalıntısı ırkçılığın bitirilerek kardeşlik, komşuluk, ve akrabalık hukukunun hakim kılınması için toplumsal ilişki ve temas kültürünü geliştirmeye öncülük edeceğiz. Memur-Sen olarak, hesaplaşma kültürünün değil helalleşme kültürünün, ayrıştırmanın değil kaynaştırmanın, yasakların değil özgürlüklerin, çatışma ve kutuplaşmanın değil kucaklaşmanın, şiddetin değil sevginin temsilcisi ve öncüsü olmaya devam edeceğiz. Yeni ve güçlü Türkiye’nin geleceğinin bu anlayıştan geçtiğine inanıyoruz. Bu anlayışımızı kamu görevlilerinin, milletimizin ve insanlığın mutluluğu için hayata geçirmede kararlı olacağız, bu yolda katkı sunmaya ve kim olumlu bir katkı yaparsa destek vermeye devam edeceğiz.