KONFEDERASYON HABERLERİ

EĞİTİM BİR-SEN`DEN,KURULUŞUNUN 20. YILI DOLAYISIYLA VEFA BULUŞMASI VE MEHMET AKİF İNAN HATIRA YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ
EĞİTİM BİR-SEN, KURULUŞUNUN 20. YILI DOLAYISIYLA VEFA BULUŞMASI VE MEHMET AKİF İNAN HATIRA YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİNİ KIZILCAHAMAM`DA GERÇEKLEŞTİRDİ Memur-Sen ve Eğitim Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, 28 Şubat dönemi başta olmak üzere, darbelerin ve darbecilerin mağduriyetine uğramış çalışanların açıkta geçirdikleri sürelere ilişkin hak kayıplarının devlet tarafından telafi edilmesini ve sosyal güvenlik yükümlülüklerini onlar adına devletin yerine getirmesini istedi. Eğitim Bir-Sen, kuruluşunun 20. yılı münasebeti ile sendikanın kurucu üye, genel yönetim kurulu üyesi, şube başkanı ve il temsilcisi olarak hizmet sunmuş yöneticilerle biraraya gelmek için tertiplediği "Vefa Buluşması ve Ödenmiş Bedeller Unutulmasın" konulu Mehmet Akif İnan Hatıra Yarışması Ödül Töreni programını Kızılcahamam`da gerçekleştirdi. YAŞADIĞIMIZ SÜRECE `VEFA`YI YAŞATMAYA DEVAM EDECEĞİZ TBMM İdare Amiri ve AK Parti Çorum Milletvekili Salim Uslu, AK Parti Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Kaçar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bakan Yardımcısı Halil Etyemez, Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan`ın yanı sıra eski ve yeni yöneticilerin de katıldığı programda konuşan Genel Başkan Ahmet Gündoğdu, mensubu olmaktan onur duyduğumuz kadim medeniyetin insan tasavvurunu insani değerler üzerine bina ettiğini belirterek, ``İnsanı insan yapan ve insana eşrefi mahlûkat olma hazzını yaşatan bu değerler arasında `vefa`, şüphesiz ayrı bir öneme sahiptir. Hz. Mevlana, bu önemi tescillercesine eserlerinde, `Vefaya yemin olsun ki…` ibaresine yer vermiş, bir anlamda `vefa`yı üzerine yemin edilebilecek kadar yüce ve insana mahsus bir duygu olarak görmüş, göstermiştir. Vefa; dostu, yareni ve dava arkadaşını unutmayı kendine haram kılmaktır. Vefa sevgide sadakat, hürmette nezaket demektir. Vefa, dostu hatırlamak değil, dostu her daim gönlünde misafir etmektir. Vefa, kadir kıymet bilmektir. Üstad Necip Fazıl, `Bağlan sözüne candan, ahde vefa imandan` diyerek vefanın önemini `iman` gibi hassas bir konu üzerinden vurgulamıştır. Yüce Peygamberimizin `Kişiye teşekkür etmesini bilmeyen, Allah`a şükretmesini bilmez` hadisi, bütün bunların ötesinde, bütün bunları kapsayacak ve hatırdan çıkması imkânsız bir içerikle vefanın önemini ve gerekliliğini idrakimize sunuyor. Allah`a hamd olsun ki, Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen ailesi de bütün mensuplarıyla, vefanın çocukları olduklarını her dem göstermiş, vefa sınavından hep alınlarının akıyla çıkmıştır. Kurucu Genel Başkan `Kudüs Şairi` Mehmet Akif İnan başta olmak üzere sendikamız ve konfederasyonumuza emeği geçen herkesi şükranla yad etmiş, yetinmemiş adanmışlık gerektiren bu yolda hayatını kaybedenlerin `evlad-ı iyali`ni de unutmamış karınca kararınca onlara da vefa eli uzatmıştır. Bugün yaşanacak sahneler, biz yaşadığımız sürece Eğitim-Bir-Sen var olduğu sürece, yaşanmaya ve yaşatılmaya inşallah devam edecek`` dedi.
NE BENCİ NE DE BENCİL OLDUK
Vefa insanları tarafından kurulan Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen`in, vefa rüzgârını sadece ülke sınırları içerisinde estirmekle yetinmediğini ifade eden Gündoğdu, şöyle devam etti:
``Kadim medeniyetin başka coğrafyalardaki müntesiplerine destek olmak, derman olmak da vefa anlayışımızın bir gereğiydi. İşte bu yüzden, Filistin`e destek vermek zorundaydık, verdik. Gazze`nin acılarına ortak olmamız gerekiyordu, olduk. Uygurlu kardeşlerimize Çin tarafından yapılan mezalimi haykırmak zorundaydık, haykırdık. Somalili çocuklara el uzatmak zorundaydık, uzattık. Kardeş ülke Pakistan halkının yardımına koşmak gerekiyordu, koştuk. Ortak kültür ve medeniyet dostlarımız ve kardeşlerimiz olan Suriye ve Bosna halkıyla buluşmalar gerçekleştirdik. Çünkü vefayı kendilerine yol edinenler, bencil olamazdı. Ne benci olduk ne de bencil olduk. Bütün bunları hep birlikte yaptık. Dün, genel merkezinde çay dahi demleyecek mali gücü bulunmayan Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen, bugün dünyanın başka ülkelerinde aşevleri kuruyor, kazanlar kaynatıyor, yuvalar kuruyor, yaralar sarıyor. Bu sonucun arkasında vefa var, adanmışlık var, sendikamızı zirveye taşıma kararlılığı var. Bütün bu güzelliklerin, bütün bu insani zenginliklerin arkasında sizler varsınız. Varlığınızla soylu mücadelemize güç, adanmışlığınızla medeniyet davamıza şevk, inanmışlığınızla `yeniden inşa` hedefimize ruh verdiniz.`` BEDEL ÖDEYENLERİN ANILARINI MİLLETİMİZLE BULUŞTURACAĞIZ
Her yıl üyelerine yönelik gerçekleştirdikleri hatıra yarışmasını, bu yıl toplumun farklı kesimlerinden bireylerin katılımını hedefleyerek, ``Ödenmiş Bedeller Unutulmasın`` olarak belirlediklerini söyleyen Ahmet Gündoğdu, ``Türkiye demokratikleşirken, onlar toplum adına, millet adına, inandığımız değerler ve medeniyet davamız adına saymakla bitirilemeyecek bedeller ödediler. Demokrasi filizlenirken ödenen bedellerin gün yüzüne çıkarılması amacıyla, bedel ödeyenlerin anılarını kitaplaştırarak milletle buluşturacağız. Bazen konuşabildiler ama çoğunlukla içlerine attılar. Türkiye`de demokrasi korku tünelinden çıkma mücadelesi verirken, en büyük bedeli onlar ödediler ama bunu haykıramadılar`` şeklinde konuştu.
MAĞDURİYETLER GİDERİLSİN
Darbeye gerekçe yapmak için binlerce gencin ölümüne, kardeş kavgasına seyirci kalan, onlarca gencin idamına imza atan 12 Eylül`ün generallerinin bugün yargıya hesap verdiğini belirten Gündoğdu, ``Gencecik fidanları idam sehpasına çıkarmayı meziyet görenleri sanık kürsüsünde görmek ve millete hesap vermesini seyretmek elbette önemli ama yetmez. 28 Şubat`ı bizzat kendileri post modern darbe olarak ifade eden karanlık sürecin failleri de yargılanmalı, yargı önüne çıkarılmalı diyoruz`` ifadelerini kullandı.
Bunun da yeterli olmadığını kaydeden Gündoğdu, sözlerini şöyle sürdürdü: ``Bu ülkenin ve insanımızın geleceğinin kodları milletle birlikte yapılsın, milletle el ele yazılsın diyoruz. Dün generaller yargılanamaz diyenler, bugün `12 Eylül`le hesaplaşmak, 90 yaşındaki Kenan Evren`le hesaplaşmak mıdır?` diyorlar. Bizim hedefimiz ve beklentimiz, kişilerle hesaplaşmak değildir. Amacımız, 27 Mayıs`ın, 12 Mart`ın, 12 Eylül`ün, 28 Şubat`ın getirdikleriyle ve kirli bakiyesiyle hesaplaşmaktır.``
Söz konusu dönemlerin bütün mağdurlarına devlet tarafından, 1402`liklere ödenen tazminat gibi, tıpkı YAŞ kararlarıyla haksız yere silahlı kuvvetlerden uzaklaştırılan ordu mensuplarının kayıplarının tazmin edildiği gibi, gördükleri insanlık dışı muameleler, maruz bırakıldıkları hakaretler, işlerinden ve ekmeklerinden edildikleri için tazminat ödenmesi gerektiğinin altını çizen Gündoğdu, ``Bu çerçevede, köşesi karartılıp işine son verilen basın çalışanları, inancı gereği başını örttüğü için mesleğinden atılan kamu çalışanları, eğitim öğretim hakkı ellerinden alınan kız öğrenciler gibi bütün sosyal kesimlerden bedel ödeyenlere devlet özür borcunu yerine getirmeli, yetinmemeli açıkta geçirdikleri sürelere ilişkin hak kayıplarını telafi etmeli ve sosyal güvenlik yükümlülüklerini onlar adına yerine getirmelidir. Hakları iade edilmeyen hiçbir mağdur kalmamalıdır. Bu talebimizin dikkate alınacağına ve gereğinin yapılacağına inanıyoruz`` diye konuştu.
FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLER AYDINLATILSIN
Konuşmasında güncel konulara da değinen Ahmet Gündoğdu, darbecilerin ve kurdurdukları terör örgütlerinin gerçekleştirdiği faili meçhul cinayetlerin faillerinin ortaya çıkarılmasını, kayıp insanlarımız bulunmasını, ara rejimlerin ve kirli süreçlerin mağduriyetlerinin giderilmesini istedi. Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi`nin kararlılıkla sürdürülmesini isteyen Gündoğdu, yamalı bohçaya dönen Anayasa`nın değişmesi gerektiğini, kamu çalışanlarına grev ve siyaset hakkı içeren, örgütlenmenin önündeki tüm engelleri kaldıran özgürlükçü yeni bir Anayasa yapılması gerektiğini vurguladı. Vesayet sisteminin kilit noktasının, darbe ürünü militarist 82 Anayasası olduğunu ifade eden Gündoğdu, demokratik, özgür ve sivil Türkiye`nin anahtarının ise yeni Anayasa olduğunu kaydetti.
Milli Güvenlik dersine giren askeri personelin 28 Şubat sürecinde okullarda dini hassasiyetleri bulunan öğretmen ve öğrencileri fişleme memuru olarak görev yaptığını dile getiren Gündoğdu, ``18. Milli Eğitim Şurası`nda Milli Güvenlik dersinin kaldırılması veya sivil branş öğretmenlerince okutulması önerimizi karara dönüştürdük. Bu kararın ışığında Milli Güvenlik dersinin kaldırılması, bu haklı mücadelemizin meyvesidir`` dedi.
Başörtüsü yasağının ve katsayı adaletsizliğinin kaldırılmış olmasını defolu demokrasiden tam demokrasiye geçiş açısından önemli adımlar olarak değerlendiren Gündoğdu, değişmesi gereken bir diğer uygulamanın ise kesintisiz eğitim olduğunu belirterek, şöyle konuştu: ``Vesayetin belinin kırıldığı bu süreçte, kesintisiz eğitim artık bitirilmeli, `son dört yılı isteğe bağlı olmak üzere 1+4+4+4 şeklindeki kesintili modele geçilmelidir` diyoruz. Bu yönde atılan adımları heyecanla takip ediyor ve destekliyoruz.``
KARMA MECBURİYETİ ARTIK KALDIRILMALIDIR
İnsanların tercihlerine ipotek koyan ``karma eğitim mecburiyeti``nin de 28 Şubat ara rejiminin ürünü olduğunu vurgulayan Gündoğdu, ``Bu mecburiyet artık kaldırılmalı, demokratik eğitim hakkı verilmelidir. Çocuğunu karma eğitim veren okullarda okutmak isteyen veliler var, çocuklarını kız lisesine veya erkek lisesine göndermek isteyen veliler de var. Devletin görevi, bunları `tu kaka` ilan etmek değil, aksine bu talepleri karşılamaktır. Çoğulculuğun, farklılıkları zenginlik görmenin gereği ve tam karşılığı budur. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu`da kızlarını kız liselerinde okutmak isteyenlerin oranı çok yüksek; bırakınız istedikleri okullara göndersinler, devlet seçenekleri azaltmasın, çoğaltsın. Hem `Haydi Kızlar Okula` diyeceksiniz hem de `erkek öğrencilerle aynı okula dayatması` yapacaksınız`` değerlendirmesinde bulundu. DEĞERLER EĞİTİMİNİ ÖNEMSİYORUZ
Dinin, insanın en temel gereksinimi ve bu ülkenin çimentosu olduğuna dikkat çeken Gündoğdu, şunları söyledi: ``Bunun için değerler eğitimini, din ve ahlak eğitimini önemsiyoruz. Anayasa`nın 24. maddesinde karşılık bulan din eğitimi; 18. Milli Eğitim Şurası`nda alınan seçmeli din eğitimi kararı gereği ilköğretimin 1. kademesinden başlayıp, ortaöğretimi de içine alacak şekilde uygulamaya geçirilmelidir.``
TBMM`YE: YASAYI UZLAŞTIĞIMIZ GİBİ ÇIKARIN
Sözleşmeli kamu çalışanlarının kadroya geçirilmesi taleplerini Memur-Sen`in 4. Olağan Genel Kurulu`nda kazanıma dönüştürdüklerini hatırlatan Gündoğdu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik`ten belediye, TRT, Gençlik ve Spor Bakanlığı başta olmak üzere kamu kuruluşlarındaki sözleşmelilere kadro müjdesi vermesini istedi.
Toplu Sözleşme Yasa Tasarısı`nın TBMM`ye sevk edilen şekline, hem yetmez hem de hayır dediklerini de hatırlatan Genel Başkan Ahmet Gündoğdu, ``Talebimiz çok açık: Kamu görevlilerinin toplu sözleşme hakkını fiilen kullanmalarını ve ilk toplu sözleşme masasının kurulmasını sağlayacak Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu`nun, hizmet kolunu ve tarafsız Kamu Görevlileri Hakem Kurulu`nu içerecek şekilde bir an önce yasalaşmasını bekliyoruz. Buradan TBMM`ye çağrımız; yasayı uzlaştığımız gibi çıkarın, masaya da bol parayla gelin. Çünkü, 2,5 milyon kamu görevlisi ve yaklaşık 2 milyon kamu emeklisi, hem yasayı hem de masayı bekliyor`` şeklinde konuştu.
USLU: EĞİTİM-BİR-SEN VE MEMUR-SEN YERLEŞİK EZBERLERİ BOZMUŞTUR
TBMM İdare Amiri ve AK Parti Çorum Milletvekili Salim Uslu, adanmış insanların mangal gibi yürekleri olduğunu ifade ederek, şunları kaydetti: ``Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen sadece bir ihtiyaçtan doğmamıştır. Kurulu düzenin sendikaları sistemle özdeşleşerek, birleşerek yoluna devam ederken; sadece bir ihtiyaçtan değil, farklı, yerli, orijinal, evrensel değerleri savunan bir sendika ihtiyacının ötesinde mevcut kurulu düzene rağmen kurulmuş ve bu düzene rağmen varlığını sürdürmüştür. Kurulu düzene göre herkes kendi istediğini söyleyebilecek ama düzenin yanlışına, adaletsizliğine, haksızlığına, insafsızlığına asla itiraz edilmeyecekti. Bu bağlamda, Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen, oyunu bozmuştur, kurulu düzenin yerleşik ezberlerini bozmuştur ve yeni bir gelecek tasavvurunu ortaya koyabilme iradesini ortaya koymuştur.``
KAÇAR: BU KADİRŞİNASLIK BENİ ZİYADESİYLE DUYGULANDIRDI
AK Parti Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Kaçar, böyle bir programın düzenlenmesinin oldukça anlamlı ve takdire şayan olduğunu ifade ederek, ``Eski bir sendikacı, Sağlık-Sen eski Genel Başkanı ve Memur-Sen eski Genel Sekreteri olarak aranızda bulunmaktayım. Bu kadirşinaslık beni ziyadesiyle duygulandırdı. Bundan dolayı Eğitim-Bir-Sen yöneticilerine teşekkür ediyorum`` ifadelerini kullandı.
Toplu Sözleşme Yasa Tasarısı`na da değinen Kaçar, alt komisyonda görüşülen tasarıyla ilgili konfederasyonların görüş ve önerilerinin alındığını ve bunların değerlendirilerek rapora ekleneceğini, akabinde ise raporun komisyona sunulacağını belirtti.
ETYEMEZ: TARİH ŞERİDİNİN İÇERİSİNDEN GEÇİYOR GİBİ HİSSETTİM KENDİMİ
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bakan Yardımcısı Halil Etyemez, salona girerken gördüğü simaların kendisini yıllar öncesine götürdüğünü söyleyerek, şöyle konuştu: ``Adeta tarih şeridinin içerisinden geçiyor gibi hissettim kendimi. 2002 yılında yapılan I. Olağanüstü Kongre`de Eğitim-Bir-Sen Genel Sekreteri olarak seçildiğim günden bu yana onlarca faaliyette biraraya geldik ama en anlamlısı, sendikaya emek veren öncülerin buluştuğu ve kucaklaştığı bu program olsa gerek. Eğitim-Bir-Sen, kuruluşundan bugüne emek ve özgürlük mücadelesinde ilkeli sendikacılığı hiç elden bırakmadı. Mehmet Akif İnan`ın sendikal perspektifi doğrultusunda çalışmalarını sürdürdü. Bu burada `Ödenmiş Bedeller Unutulmasın` konulu hatıra yarışmasına katılanları ve dereceye giren eser sahiplerini tebrik ediyorum. Umarım bir daha böyle bir mağduriyet yaşamazlar ve buna ilişkin anıların yazma ihtiyacı hissetmezler. Bu vesileyle başta merhum Mehmet Akif İnan olmak üzere Hakk`ın rahmetine kavuşan bütün eğitim çalışanlarına Allah`tan rahmet diliyor, dostlarımızla biraraya gelmemize vesile olan bu organizasyonda emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.``
KAPLAN: EĞİTİM-BİR-SEN`İN GELDİĞİ NOKTA GURUR VERİCİ
Bartın Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ramazan Kaplan, kuruluşunda ve gelişiminde zerre miktar katkısı olan bir olarak, o günleri hatırladığında Eğitim-Bir-Sen`in geldiği nokta gurur verici bulduğunu ve bunu iftihar ve sevinçle karşıladığını kaydederek, ``Bu, bir kuruluşa karşı duyduğumuz muhabbet değil. Böyle bir sendikanın ülkemizin geleceğine yaptığı ya da yapacağı hizmetlerden dolayı duyduğumuz ya da duyacağımız sevinçtir. Bu sendika kavgacı olmadı, ayrımcı olmadı, kırıcı olmadı, gücendirici olmadı; tam tersine ülkemizin menfaatleri doğrultusunda insanımızın gücünü toplama, birleştirme ve onu gelecek adına çok ciddi bir yatırım olarak gördü ve bütün faaliyetlerini bu bağlamda sürdürdü ve sürdürmeye devam ediyor`` diye konuştu.
ARSLAN: BİRLİKTE MÜCADELE ETMEYE DEVAM ETTİK
Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan, Eğitim-Bir-Sen`in yola çıktığı andan 20. yılına ulaşana dek hep birlikte olduklarını dile getirerek, ``Bu makamlarda kim olursa olsun hep birlikte mücadele etmeye devam ettik. İnanıyorum ki, bu beraberlik bundan sonra da devam edecektir. Memur-Sen`in ve Eğitim-Bir-Sen`in başarılarından en az sizler kadar heyecan duyan, onur duyan, ondan mutlu olan bir Hak-İş`in olduğunu söyleyebilirim. `Bizim taleplerimiz karşılanmıyor, haklarımız verilmiyor, biz bunun için mi 12 Eylül Referandumu`nda `evet` dedik` gibi, bir yönüyle haklı olarak gözüken ama aslında bizim mücadelemizi zayıflatan bir eleştiri var. Bence, taleplerimiz karşılanmasa bile referandumda yine `evet` dememiz gerekirdi`` şeklinde konuştu.
HATIRA YARIŞMASINDA DERECEYE GİRENLER ÖDÜLLENDİRİLDİ
Konuşmaların ardından `Ödenmiş Bedeller Unutulmasın` konulu Mehmet Akif İnan Hatıra Yarışması`nda dereceye girenlere ödülleri verildi.
Yarışmada birinciliği Hayallerin Ardından Bakmak isimli eseriyle Esra Gülmez, ikinciliği Melal Burcu isimli eseriyle Yaşar Bayar, üçüncülüğü ise Fındık Kabukları isimli eseriyle Zehra Korkmaz kazandı. Bunun yanı sıra Ayten Yadigar`ın eseri jüri özel ödülüne layık görülürken, Hanife Yılmazoğlu, Hasan Ejderha ve Zeynep Özlem Sevim`in eserleri ise mansiyon ödülüne layık görüldü.
Programda, akşam namazının ardından, Mehmet Akif İnan ve hayata irtihal eden eğitim çalışanları için mevlit okutuldu. Daha sonra dostları Mehmet Akif İnan`la ilgili anılarını paylaştılar. Program, sendikamızda uzun yıllar görev yapmış şube başkanlarımız ve genel merkez yöneticilerimize 20. yıl anısına plaket verilmesiyle sona erdi.
Sayın Bakanım,
Değerli bürokratlar,
Eğitim-Bir-Sen`imizi bugünlere taşıyan değerli dava arkadaşlarım,
Kıymetli misafirler,
Basınımızın güzide temsilcileri,
Eğitim-Bir-Sen`imizin kuruluşunun 20. yılı münasebetiyle, sendikamıza kurucu üye, genel yönetim kurulu üyesi, şube başkanı ve il temsilcisi olarak hizmet sunmuş dostlarımızla bir araya gelmek için tertiplediğimiz Vefa Buluşması`na ve 5. Mehmet Akif İnan Hatıra Yarışması Ödül Töreni programımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Değerli dava arkadaşlarım,
Mensubu olmaktan onur duyduğumuz kadim medeniyet, insan tasavvurunu insani değerler üzerine bina etmiştir. İnsanı insan yapan ve insana eşrefi mahlûkat olma hazzını yaşatan bu değerler arasında ``vefa``, şüphesiz ayrı bir öneme sahiptir. Hz. Mevlana, bu önemi tescillercesine eserlerinde, ``Vefaya yemin olsun ki…`` ibaresine yer vermiş, bir anlamda ``vefa``yı üzerine yemin edilebilecek kadar yüce ve insana mahsus bir duygu olarak görmüş, göstermiştir.
Vefa; dostu, yareni ve dava arkadaşını unutmayı kendine haram kılmaktır. Vefa sevgide sadakat, hürmette nezaket demektir. Vefa, dostu hatırlamak değil, dostu her daim gönlünde misafir etmektir. Vefa, kadir kıymet bilmektir. Hz. Mevlana, bu noktada bize rehberlik ediyor. O, kendisinde mevcut bulunan fakat farkında olmadığı ilahi aşkın ortaya çıkmasına vesile olan Hz. Şems-i Tebrizi`nin kadr-i kıymetini bildiğini, bütün şiirlerinde Şems-i Tebrizi mahlasını kullanarak ortaya koymuştur. O, kendisine güneş olan Hz. Şems`i unutmamakla kalmamış unutulmamasını da sağlamıştır.
Üstad Necip Fazıl, ``Bağlan sözüne candan, Ahde vefa imandan`` diyerek vefanın önemini ``iman`` gibi hassas bir konu üzerinden vurgulamıştır. Yüce Peygamberimizin ``Kişiye teşekkür etmesini bilmeyen, Allah`a şükretmesini bilmez.`` hadisi, bütün bunların ötesinde, bütün bunları kapsayacak ve hatırdan çıkması imkânsız bir içerikle vefanın önemini ve gerekliliğini idrakimize sunuyor.
Allah`a hamd olsun ki, Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen ailesi de bütün mensuplarıyla, vefanın çocukları olduklarını her dem göstermiş, vefa sınavından hep alınlarının akıyla çıkmıştır. Kurucu Genel Başkanımız ``Kudüs şairi`` Mehmet Akif İnan başta olmak üzere sendikamız ve konfederasyonumuza emeği geçen herkesi şükranla yad etmiş, yetinmemiş adanmışlık gerektiren bu yolda hayatını kaybedenlerin evlad-ı iyali`ni de unutmamış karınca kararınca onlara da vefa eli uzatmıştır.
Değerli dostlar,
Vefa ekenler, vefa gösterenler inanıyoruz ki; vefa bulacaklar. Biz bu gerçeğin farkında ve bilincinde olarak Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen`de göreve geldiğimizden beri vefa toplantıları yapıyoruz. Bunu yaparken tek gayemiz var: Allah`ın rızasını kazanmak ve bu uğurda adanmış yüzlerle bir arada olmak, onlarla kucaklaşmak. Bugün, ömürlerini, bedenlerini ve akıllarını Allah`ın rızasını kazanmaya adamış vefalı insanlar olarak bir kez daha kucaklaşacağız. Bir kez daha yaşayacağız ama son kez yaşamayacağız. Bugün yaşanacak sahneler, biz yaşadığımız sürece Eğitim-Bir-Sen var olduğu sürece, yaşanmaya ve yaşatılmaya inşallah devam edecek.
Vefa insanları tarafından kurulan Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen, vefa rüzgârını sadece ülke sınırları içerisinde estirmekle yetinemezdi, yetinmedi. Kadim medeniyetin başka coğrafyalardaki müntesiplerine destek olmak, derman olmak da vefa anlayışımızın bir gereğiydi. İşte bu yüzden, Filistin`e destek vermek zorundaydık, verdik. Gazze`nin acılarına ortak olmamız gerekiyordu, olduk. Uygurlu kardeşlerimize Çin tarafından yapılan mezalimi haykırmak zorundaydık, haykırdık. Somalili çocuklara el uzatmak zorundaydık, uzattık. Kardeş ülke Pakistan halkının yardımına koşmak gerekiyordu, koştuk. Ortak kültür ve medeniyet dostlarımız ve kardeşlerimiz olan Suriye ve Bosna halkıyla buluşmalar gerçekleştirdik. Çünkü, vefayı kendilerine yol edinenler, bencil olamazdı. Ne benci olduk, ne de bencil olduk. Bütün bunları hep birlikte yaptık. Dün, genel merkezinde çay dahi demleyecek mali gücü bulunmayan Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen, bugün dünyanın başka ülkelerinde aş evleri kuruyor, kazanlar kaynatıyor, yuvalar kuruyor, yaralar sarıyor. Bu sonucun arkasında vefa var, adanmışlık var, sendikamızı zirveye taşıma kararlılığı var. Bütün bu güzelliklerin, bütün bu insani zenginliklerin arkasında sizler varsınız. Varlığınızla soylu mücadelemize güç, adanmışlığınızla medeniyet davamıza şevk, inanmışlığınızla ``yeniden inşa`` hedefimize ruh verdiniz. Sağ olun, var olun. İyi ki varsınız, iyi buradasınız.
Değerli kardeşlerim,
Genel merkezimin aldığı karar doğrultusunda o dönem İstanbul 1 No`lu Şubemizin başkanı Erol Battal ve mali sekreteri Tahir İnce`ye hazırlattığımız ``Sendikal Örgütlenme ve Eğitim-Bir-Sen`` kitabında, 1992`nin 14 Şubat`ında kurulan Eğitim-Bir-Sen`imizin kuruluş hikâyesini, özetle şöyle anlatmışız. ``…Birçok kimse Eğitim-Bir`in kuruluş çalışmalarında görev aldı. Gönüllü olarak fiili çalışmalar yürüttü. Bazen ümitler doruğa çıktı. Bazen yeis hâkim oldu. Tartışmalar, kızgınlıklar yaşandı. Tek bir amaç vardı. Kusursuz, eksiksiz yola çıkabilmek. Uzun soluklu bir yürüyüştü. Ülkeyi kuşatacak, geleceği şekillendirecek, büyük sorumluluklar yükleyecek, fedakârlıklar isteyecek bir yürüyüş.
Anadolu yollarına düşmek, il, il, kasaba, kasaba dolaşmak gerekecekti. Tek, tek herkese derdinizi anlatacaktınız. Herkesin derdine derman olacaktınız. Bu zaman ister, mekân ister, sağlık ister, anlayış ister, para ister…
Toplantılara kimler katılmıyor, neler konuşulmuyordu ki. En son 24 Ocak 1992 Cuma günü Hak-İş`te yapılan toplantıya 50 kadar kamu görevlisi katılmıştı. Masanın başında o dönem Hak-İş Genel Başkanı olan Necati Çelik, sağında Salim Uslu, solunda Mehmet Akif İnan. Bu toplantıda sendikanın Mehmet Akif İnan`ın başkanlığında kurulmasına karar veriliyor.
Bu son toplantıda uzun yolun yolcularının rehberi belirlenmişti. O rehber 6 Ocak 2000 yılına kadar o zorlu yolun başkanlığını değil, liderliğini yürüttü.``
Evet, bugün 220 bini aşan üye sayısıyla eğitim hizmet kolunda yetkili olan Eğitim-Bir-Sen`in kuruluş hikâyesi kısaca böyle. Kutlu idealler adına başlatılan bu soylu mücadelenin başlangıcından bu yana yaşananları, yaşadıklarınızı, yaşadıklarımızı anlatmaya ne sayfalar ne de burada birlikte geçireceğimiz süre yeter.
Bu vesileyle, sendikamızın kuruluşunda, faaliyetlerinde ve büyümesinde emekleri olan, başta Mehmet Akif İnan ve Şükrü Gökdemir olmak üzere Hak-İş Eski Genel Başkanı merhum Necati Çelik`i, 12 Mart Muhtırasında, 12 Eylül darbesinde, 28 Şubat sürecinde ve 27 Nisan`larda darbecilere karşı direnen ve dik duran Sağlık-İş Sendikası Eski Başkanı merhum Mustafa Başoğlu Ağabey`i minnet ve rahmetle anıyorum. Sendikamızın büyümesi ve kurumsallaşması sürecinde sağlığını kaybeden çilekeş yürekli Erol BATTAL`a da acil şifalar diliyorum.
Kıymetli dava arkadaşlarım,
Sizlerin de bildiği gibi ``Akif`` direnen, sebat eden demektir. Bu nokta da, Eğitim-Bir-Sen`in kurucu genel başkanının Mehmet Akif İnan ağabey olmasına ironik anlamlar yüklemek mümkün. Haksızlıklara karşı direnmek, hem milletimizi hem de kamu görevlilerini fazlasıyla hak ettikleri insan onuruna yaraşır bir hayat standardına kavuşturmak mücadelesini sabır ve sebatla vermek için kurulan Eğitim-Bir-Sen`in kurucu genel başkanının ismiyle müsemma aksiyoner bir dava adamı olduğunda sanırım hepimiz hem fikiriz. Mehmet Akif İnan`ın kurucu genel başkan olması, misyonumuzun ve vizyonumuzun sağlam temellere oturmasının da ilk adımı oldu. ``Kudüs şairi`` Akif Ağabey, insanlığın geleceğini dert edinerek sendikacılık yaptı. Vesayeti deşifre etmek için çabaladı. Kimsenin henüz yeni anayasayı gündeme almadığı bir dönemde, yeni anayasa yapılmasını sendika ve konfederasyonumuzun temel hedefleri ve talepleri arasına aldı. Derin güçlere karşı millet örgütlenmesini, devletin milletinden milletin devletine geçmeyi önemsedi. Milletle resmen çekişme halinde olan, millet düşmanlığı yapan sözde sivil toplum kuruluşlarıyla mücadele etti. 28 Şubat`ta 5`li çete gazete, gazete, televizyon, televizyon dolaşarak darbe çığırtkanlığı yapıp, generallerin brifinglerine katılmayı onur sayarken, Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen, Mehmet Akif İnan ağabeyin öncülüğünde Nemrut`un yaktığı ateşi söndürmek için su taşıyan serçe misali, 28 Şubat sürecinin ülkenin ve milletimizin başına açacak felaketlere dikkat çekiyor, millet sevdalısı Muhsin Yazıcıoğlu`nun deyimiyle ``namlusu millete dönmüş tanklara selam durmayacağını`` haykırıyordu. Sendikamız ve konfederasyonumuz, başta İstanbul teşkilatları olmak üzere, yaptığı eylemlerle 28 Şubat sürecini boykot ediyordu. Tarih ve bu vefakâr millet; Eğitim-Bir-Sen`in ve Memur-Sen`in 28 Şubat sürecindeki onurlu, soylu ve dik duruşunu, bu dik duruşun mimarı olan ve söz konusu millet iradesiyse dik başlılık yapmayı görev sayan onurlu, soylu insanları yani sizleri unutmayacaktır.
Biz de İnan`ın mirasçıları olarak, sendikacılığı dar kalıplardan çıkaran bu güzel insanın izinden giderek, anti demokratik süreçlerdeki dik duruşumuzu hiç bozmadık. Ayışığı, Balyoz, Sarıkız, Yakamoz, Eldiven darbe girişimleriyle başlayan, ülkemize büyük zararlar veren 367 kriziyle devam eden, 27 Nisan e-muhtırasıyla zirve yaptırılmak istenen Ergenekon darbe sürecini, ortak akıl mitingleriyle püskürten Eğitim-Bir-Sen oldu, Memur-Sen oldu, sizler oldunuz. Darbelerle vesayetlerini güçlendirmek isteyenlerin heveslerini, ortak akıl mitingleriyle kursaklarında bıraktınız, boğazlarında düğümlediniz. 12 Eylül referandumunda taraftar değiliz milletin tarafıyız diyerek, demokrasiden yana olduk, darbecilerin hayalini kurduğu vesayet iklimine karşı birlikte mücadele verdik, yüzyıllık vesayetin kalıntılarını yüzde 58`le temizledik. Darbeciler adına sendikacılık yapanları deşifre ettik, emeğin gücünü darbeciler adına, vesayetçiler namına kullanan sendikaların, milleti hedef alan kirli senaryolarda figüranlık yapan sendikacıların ipliğini pazara çıkardık. Millet için, milletle birlikte, milletin gücüyle ve milletin iradesiyle, millet adına sendikacılık yapmanın hazzını yaşadık, onurunu paylaştık. Ne mutlu, kendisini, sendikasını ve konfederasyonunu milletin emrine verenlere. Ne mutlu, millet için dünya makamlarına sırt dönenlere, ne mutlu Eğitim-Bir-Sen`in ve Memur-Sen`in akademik hizmet sendikacılık anlayışıyla kamu görevlilerini tanıştıran sizlere ve bizlere.
Değerli dava arkadaşlarım,
Hak için yola çıkanlar için korku, Allah`ın rızasını kazanma derdinde olanlar için ümitsizlik söz konusu olamaz. Çok şükür, bizlerin hayatında da korku ve ümitsizlik sayfası hiç açılmadı. Haksızlıklar karşısında sessiz kalmamanın da, doğruları hayata geçirmek için sözümüzü söylemenin de hakkını verdik. 12 Eylül referandumunda millete sırtını dönmeyi tercih edenler, demokratik parlamenter rejimi kesintiye uğratan, demokrasiyi askıya alan, milli iradenin merkezi olan TBMM`yi kapatan 12 Eylül generallerinin yargılanamayacağını söylediler. Yanlış biliyorsunuz, doğru söylemiyorsunuz demekten kaçınmadık. Anayasa değişikliğinin kabul edilmesi durumunda darbecilerin mutlaka yargı önünde hesap vereceğini deklare edip sözümüzü söyledik. Zaman bizi haklı çıkardı. Darbeye gerekçe yapmak için binlerce gencin ölümüne, kardeş kavgasına seyirci kalan, onlarca gencin idamına imza atan 12 Eylül`ün generalleri, bugün yargıya hesap veriyor. Gencecik fidanları idam sehpasına çıkarmayı meziyet görenleri, sanık kürsüsünde görmek ve millete hesap vermesini seyretmek elbette önemli ama yetmez. 28 Şubat`ı bizzat kendileri post modern darbe olarak ifade eden karanlık sürecin failleri de yargılanmalı, yargı önüne çıkarılmalı diyoruz. Yetmez diyoruz. ``27 Nisan e-muhtırasını ben yazdım`` diyerek hava atmaktan geri durmayıp ellerini kollarını sallayarak millet içine çıkan cuntacılar da millet adına görev yapan yargıya hesap vermelidir diyoruz. 28 Şubat ve 27 Nisan`ın karanlık güçlerinin ortalıkta dolaşmasının demokrasimiz açısından büyük bir ayıp olduğuna inanıyoruz. Bu ayıplardan kurtulmak, milletle güreş tutulmayacağını kanıtlamak adına Cumhuriyet savcılarını göreve çağırıyoruz. İrtica iktidarda diyerek post modern darbe yapanlardan, yolsuzluğu, yoksulluğu, çeteleri, krizleri iktidara taşıyanlardan hesap sorma vakti olduğunu haykırıyoruz. Türkiye`nin önünü tıkayanları, milletin ekmeğini çalanları, milletin egemenliğine göz koyanları, sanık kürsüsünde görmek istiyoruz. Tüm bunların hesabının sorulacağına inanıyor, hesabının sorulması için üzerimize düşen ne varsa yapacağımızı hep birlikte deklare ediyoruz.
Darbecilerin sanık kürsüsüne oturtulması da yetmez diyoruz. Darbeci üretme çiftliği işlevi gören TSK İç Hizmet Kanunu`nun 35. Maddesi kaldırılmalı ve bu çiftlik kapatılmalı diyoruz. Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamak, milletin görevidir ve millete ait bir yetkidir. Kimsenin millete vasilik yapmasına izin vermeyeceğimizi bir kez daha deklare ediyoruz.
Darbelere dur demek, vesayet iklimini sona erdirmek yetmez diyoruz. Milleti yasaklardan kurtaracak ve millet adına egemenliği kullanacak olan TBMM`nin İçtüzüğündeki yasaklara ve dayatmalara son verilmesini istiyoruz. Milletimizi demokrasiyle, özgürlüklerle, ortaksız bir sivil iradeyle tanıştıracak yeni anayasa yapmak ve yazmak görevi verilen TBMM`nin, öncelikle İçtüzüğündeki ``tayyör dayatmasından`` ve ``başörtü yasağından`` kurtulması gerektiğine inanıyoruz. Milletimizi yasaklardan ve dayatmalardan kurtarması gereken TBMM, ``Kelin merhemi olsa kendi başına sürer`` atasözünü doğrularcasına hala İç Tüzüğündeki yasaklara son verememiş, ayıpları ortadan kaldıramamıştır. Siyasetin ve millet iradesinin üzerindeki bu yasak ve ayıp artık ortadan kalksın diyoruz. Seçmen sıfatıyla milletin vekillerini seçen başörtülü kadınların, başörtüleriyle milletin vekilliği sıfatına sahip olmalarına engel olan korkulardan, yasaklardan ve dayatmalardan kurtulmak için daha fazla beklemek istemiyoruz.
Değerli dava arkadaşlarım,
Yetmez diyoruz. Darbecilerin ve kurdurdukları terör örgütlerinin gerçekleştirdiği faili meçhuller ortaya çıkarılsın, kayıp insanlarımız bulunsun, ara rejimlerin ve kirli süreçlerin mağduriyetleri giderilsin istiyoruz. Yetmez diyoruz. Karanlıktan aydınlığa çıkmakla yetinmemeli, bu ülkenin ve insanlarının üzerine tekrar karanlığın çökmemesi için yediden yetmişe herkesin mutlu olduğu, anaların güldüğü, gençlerin geleceğe umut yüklediği, çocukların çocuksu hayaller kurabildiği bir Türkiye için Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi kararlılıkla sürdürülmelidir diyoruz.
Yetmez diyoruz. Yeni bir sayfa açılmasını istiyoruz. Bu ülkenin ve insanımızın geleceğinin kodları milletle birlikte yapılsın, milletle el ele yazılsın diyoruz. Dün generaller yargılanamaz diyenler, bugün 12 Eylül`le hesaplaşmak 90 yaşındaki Kenan Evren`le hesaplaşmak mıdır? diyorlar. Bizim hedefimiz ve beklentimiz, kişilerle hesaplaşmak değildir. Bizim amacımız, 27 Mayıs`ın, 12 Mart`ın, 12 Eylül`ün, 28 Şubat`ın getirdikleriyle ve kirli bakiyesiyle hesaplaşmaktır. 12 Eylülle gelen antidemokratik anayasayla hesaplaşmaktır. Bu anayasa çerçevesinde getirilen sendikal yasaklarla hesaplaşmaktır. Biz bunun mücadelesini veriyoruz, vermeye de devam edeceğiz. Bu yüzden, Türkiye`nin en çılgın projesi yeni anayasa olmalı ve bu proje bir an önce tamamlanmalı dedik. Halen aynı inanç ve kararlılık içindeyiz. Neden böyle diyoruz. Çünkü vesayet sisteminin kilit noktası, darbe ürünü militarist 82 Anayasası`dır. Demokratik, özgür ve sivil Türkiye`nin anahtarı da yeni anayasadır. İlk düğme yanlış iliklenirse yasalar, kararnameler, tüzükler, yönetmelikler hepsi yanlış olur, yargı hakların değil yasakların garantörü olur, insan odaklı değil, bürokratik oligarşinin at oynatacağı bir sistem kurulur, her yere vesayetin kodları ve vesayetçilerin emir erleri yerleştirilir. TBMM vesayetçilerin gözetiminde, yürütme ordunun nezaretinde, yargı apoletlilerin emrinde çalışır.
Bu düzene son vermek istiyorsak, yamalı bohçaya dönen anayasa değişmeli, kamu çalışanlarına grev ve siyaset hakkı içeren, örgütlenmenin önündeki tüm engelleri kaldıran özgürlükçü yeni bir anayasa mutlaka yapılmalıdır dedik. Milletimize, göreve hazır olduğumuzu da söyledik. Sipariş üzerine hazırlanan Anayasa metinleriyle bu işin olmayacağını ifade ettik. Anayasanın özüne ve ruhuna dair kayıtlarımızı deklare ettik. Ve dedik ki; Anayasa`da darbecilerin değil milletin ruhu olacak. Anayasa millete rağmen değil millet tarafından yapılacak. Geleceğin yeni anayasasını hazırlamak için taşın altına elimizi şimdiden koyduk. Yeni Anayasa sürecine, Türkiye`nin gelmiş geçmiş en büyük kamuoyu araştırmasıyla, Uluslararası Anayasa Kongresiyle ve milletin sesini ve ruhunu yansıttığına inandığımız bir raporla katkı sunduk, sunmaya devam ediyoruz, devam edeceğiz. Meslek kuruluşları ile işçi ve kamu görevlileri sendikaları konfederasyonların aralarında yer aldığı 13 kuruluşun katılımıyla oluşan Anayasa Platformu`nun bileşeni olarak ``Türkiye Konuşuyor`` organizasyonlarıyla milletimizin yeni anayasa dair görüş, öneri ve taleplerini dinliyoruz. Bu hafta sonu da Diyarbakır`da milletimizi dinleyeceğiz. Milletten aldığımız gücü, millet için kullanmaya devam edeceğiz. Yeni Anayasa yazılıncaya kadar, milletin taleplerini, milletin beklentilerini, milletin hayallerini yeni anayasa sürecine yansıtmaya özen göstereceğiz.
Değerli dostlar,
Eğitim-Bir-Sen olarak, siyasal zemindeki vesayeti deşifre etmekle kalmadık, eğitim sistemindeki vesayetin deşifresine de öncülük ettik. Yasakların kalkmasına önemli katkılar sunduk. Eğitimde cübbeyi üniforma, kalemi silah sayan ve çocuklarımızın geleceğini karartmak isteyenlerin dönemi geride kaldı. Onların yasaklarına ve dayatmalarına da son vermeye ramak kaldı.
Milli Güvenlik dersine giren apoletli zevat, 28 Şubat sürecinde okullarda dini hassasiyetleri bulunan öğretmen ve öğrencileri fişleme memuru olarak görev yaptı. İki saat ders anlatmak için okula gelen komutanlar, müdür, öğretmen, hizmetli, öğrenci, personel herkesi fişlediler. Kütüphane, okul aile birlikleri ve okula gelen gazete, dergi ne varsa hepsini izlemeye aldılar. Bu ülkemizin demokratik gelişimi ve insan hakları açısından kabullenilecek bir durum değildi. Eğitim-Bir-Sen olarak, millet olarak demokratik bir ülkede yaşamak istiyoruz, okullarda ve hayatın hiçbir yerinde kışla rejimi istemiyoruz. Okullar kışla değildir, okullarda komutan istemiyoruz, dedik. 18. Milli Eğitim Şurası`nda milli güvenlik dersinin kaldırılması veya sivil branş öğretmenlerince okutulması önerimizi karara dönüştürdük. Bu kararın ışığında milli güvenlik dersinin kaldırılması, bu haklı mücadelemizin meyvesidir. Bizim başarımızdır. Sizlerin eseridir.
28 Şubat sürecinde generallerin emir eri YÖK yöneticilerinin ``sınır tanımaz yasaklarından`` başörtüsü yasağının ve katsayı adaletsizliğinin kaldırılmış olması defolu demokrasiden tam demokrasiye geçiş açısından önemli adımlardır. Bu kapsamda, bu yasakların kaldırılmasında önemli rolü bulunan ve bizim için eskimez YÖK başkanı olan Yusuf Ziya Özcan Hoca`mızı, görevden ayrıldığında vefa anlayışımızın gereği misafir etmiş ve kendisine teşekkür etmiştik. Bu vesileyle, yasaklara karşı mücadelemize verdiği destekten dolayı sizlerin huzurunda kendisine bir kere daha teşekkür ediyoruz. ``Kamusal alan`` yalanının arkasına saklanıp insanların temel tercihlerini yok sayarak, insanımızın inançlarını ve temel özgürlüklerini hedef alan kılık kıyafet dayatmalarından vazgeçilmesi gerektiğini, başta Meclis olmak üzere çalışma hayatı ve eğitim ortamlarında başörtüsünün önündeki tüm engellerin kaldırılmasında gecikildiğini bir kez daha hatırlatıyorum.
Değerli dava arkadaşlarım,
Sırada 28 Şubat mekanizmasının çocuklarımıza ve gençlerimize dayattığı kesintisiz eğitim var. Zorunlu eğitimin gerekliliğine inanıyoruz ancak kesintisiz eğitim zulmünün son bulması için de yoğun bir gayret gösteriyoruz. Vesayeti kalıcı hale getirmek, imam hatipleri ve meslek liselerini bitirmek amacıyla kurulan tuzakları kaldırmak için gerekli her türlü girişimi yapıyoruz. Vesayetin belinin kırıldığı bu süreçte, kesintisiz eğitim, artık bitirilmeli, son dört yılı isteğe bağlı olmak üzere 1+4+4+4 şeklindeki kesintili modele geçilmelidir diyoruz. Bu yönde atılan adımları heyecanla takip ediyor ve destekliyoruz.
İnsanların tercihlerine ipotek koyan ``karma eğitim mecburiyeti`` de 28 Şubat ara rejiminin ürünüdür. Bu mecburiyet artık kaldırılmalı, demokratik eğitim hakkı verilmelidir diyoruz. Çocuğunu karma eğitim veren okullarda okutmak isteyen veliler var, çocuklarını kız lisesine veya erkek lisesine göndermek isteyen veliler de var. Devletin görevi, bunları ``tu kaka`` ilan etmek değil aksine bu talepleri karşılamaktır. Çoğulculuğun, farklılıkları zenginlik görmenin gereği ve tam karşılığı budur. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu`da kızlarını kız liselerinde okutmak isteyenlerin oranı çok büyük, bırakınız istedikleri okullara göndersinler, devlet seçenekleri azaltmasın çoğaltsın. Hem ``Haydi kızlar okula`` diyeceksiniz hem de ``erkek öğrencilerle aynı okula dayatması`` yapacaksınız.
Din, insanın en temel gereksinimi ve bu ülkenin çimentosudur. Bunun için değerler eğitimi, din ve ahlak eğitimini önemsiyoruz. Anayasa`nın 24. maddesinde karşılık bulan din eğitimi; 18. Milli Eğitim Şurası`nda alınan seçmeli din eğitimi kararı gereği ilköğretimin 1. kademesinden başlayıp, ortaöğretimi de içine alacak şekilde uygulamaya geçirilmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı`nın, 19 Mayıs törenlerinin stadyumlarda kutlanmaması ve Milli Güvenlik derslerinin kaldırılması gibi, eğitimde sivilleşmeye yönelik attığı adımları olumlu buluyor; Bakanlığın, öğrenci andını kaldırmasını, eğitimdeki militarist yaklaşım ve ritüelleri ayıklamasını; müfredatı değerler eğitimi odaklı olacak şekilde yeniden düzenlemesini de istiyoruz.
Çocukların her gün pedagojik açıdan bilimsel olmayan ifadelerle dolu olan andımızı koro halinde söylemelerinin, artık sorgulanması gerekir. Bu, pedagojik mi, bilimsel mi, ne kazandırıyor? Türküm, doğruyum, çalışkanım deyince insanlar doğru ve çalışkan mı oluyor? Bunu düşünmek ve tartışmak gerekiyor. Bunu dillendirince, kimileri koro halinde ``ülkeyi yıkacaklar`` diye bağırıyorlar. Andımızın tek faydası bu, ülkeye yönelik bir projesi olmayanlara koro halinde ``hayır`` deme ve ``ülkeyi bölecekler`` teranesini seslendirme fırsatı veriyor. Artık, bu koroyu dağıtmanın zamanı geldi.
Biz, gençliğimize değer veriyoruz, onlarla etkileşim içerisinde olmayı da önemsiyoruz. Ancak, onların aynı metni her gün tekrar etmesini değil, bilim üretmelerini, yeniliklere açık olmalarını, kültür ve medeniyet değerlerine sahip çıkmalarını da istiyoruz. Tek tip yetiştirilmelerini değil farklılıkları kazanıma dönüştürebilen, Türkiye`nin batısıyla, doğusunu, kuzeyiyle, güneyini ortak hedefte buluşturabilen, ayrıştıran değil birleştiren bir gençlik hayal ediyoruz. Ayrıştırmayan, ötekileştirmeyen bir dil kullanan gençlik için Genç Memur-Sen projemizi harekete ve eyleme geçiriyoruz. Genç Memur-Sen`le, genç memurlarımız dahil gençlerimize, kendilerini geliştirmeleri için zeminler oluşturacağız. Bu konuda da sizlerin desteğine ihtiyacımız var. Tecrübelerinizi, yaşanmışlıklarınızı onlarla paylaşmanızı, onlara kendilerini ifade etme fırsatları sağlamanızı bekliyor ve istiyoruz.
Eğitim-Bir-Senimizin gönüllü erenleri,
Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen millete sağladığı kazanımlar yanında kamu görevlilerine de kazanımlar üretmeye devam ediyor. Uzun yıllardır mücadelesini verdiğimiz sözleşmelilerin kadroya geçirilmesi talebimizi, gece yarısı yaptığımız telefon trafiğiyle, Memur-Sen Genel Kurulundaki açılış konuşmamızda sözleşmelilerin kadro müjdesi beklediğinin altını çizmekle kazanıma dönüştürdük. Böylece, kangren haline gelmiş ve yıllardır adım atılmayan sözleşmeli personel sorununun yüzde 90`lık kısmının çözülmesini sağladık. Yaptığımız çalışmalar ve yürütmekte olduğumuz girişimlerle, sorunun geriye kalan yüzde 10`luk bölümünün de inşallah önümüzdeki günlerde çözülmesini sağlayacağız. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Sayın Faruk Çelik`ten belediye, TRT, Gençlik ve Spor Bakanlığı başta olmak üzere kamu kuruluşlarındaki sözleşmelilere kadro müjdesi bekliyoruz. Biz buradan duyuruyoruz, ne de olsa elçiye zeval olmaz.
Toplu Sözleşme Yasa Tasarısı`nın TBMM`ye sevk edilen şekline, hem yetmez hem de hayır dediğimizi artık sağır sultanlar bile duydu. Talebimiz çok açık: Kamu görevlilerinin toplu sözleşme hakkını fiilen kullanmalarını ve ilk toplu sözleşme masasının kurulmasını sağlayacak Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu`nun, hizmet kolunu ve tarafsız Kamu Görevlileri Hakem Kurulu`nu içerecek şekilde bir an önce yasalaşmasını bekliyoruz. Bu noktada Sayın Bakanımız Faruk Çelik`e ikinci kez seslenmek zorundayım. Yasayı uzlaştığımız gibi çıkarın, masaya da bol parayla gelin. Çünkü, 2.5 milyon kamu görevlisi ve yaklaşık 2 milyon kamu emeklisi, hem yasayı hem de masayı bekliyor.
Değerli dostlar
Şimdi sizlerle Türkiye`nin yakın tarihinin karanlık dehlizlerini gün yüzüne çıkaracak hatıra yarışmamızdan söz etmek istiyorum. Bu yıl ``Ödenmiş Bedeller Unutulmasın`` temasıyla gerçekleştirdiğimiz ve artık geleneksel hale gelen Mehmet Akif İnan Hatıra Yarışması`nın 5`incisin ödül törenini bugün sizlerle birlikte gerçekleştireceğiz.
Önceki yarışmalarımızı, ``hatıralarınız hatıralarımız olsun`` sloganı ile gerçekleştirmiş ve dereceye giren eserleri de, bugün öğretmenler ve öğretmen adayları için başucu kaynağı olan ``Mum Işığında Son Mahnı``, ``Yüreğimdeki Resimler``, ``Yola Düşenler`` ve ``Üşüyen Hayatlar`` isimleriyle kitaplaştırdık. Dört yarışmada ödül alan eserleri, bir arada olacak şekilde ``Kelebeğin Rüyası`` adıyla da kitaplaştırdık. Eğitim fakültelerinde en çok tavsiye edilen ve öğrenciler tarafından da temin edilmeye çalışılan bu kitaplar, kültür hayatımıza sunduğumuz önemli katkılar arasında yerini aldı.
Bu yıl, farklı bir konseptle sadece eğitimcilerin değil, farklı toplum kesimlerinden bireylerin katılımını hedefleyerek yarışmanın temasını ``Ödenmiş Bedeller Unutulmasın`` olarak belirledik. Neden bu sloganı seçtik? Çünkü, bugüne kadar susturulan, bastırılan, yok sayılan, özgürlükleri ellerinden alınan, sesleri kısılan ve nihayetinde ötekileştirilenlerin konuşmasına ve bu insanlık dışı uygulamaların sorumlularının ise gerçeklerle yüzleşmesine zemin hazırlamak istedik.
Derin devletin çeteleri, 5`li çeteler, karanlık odaklar, vesayetçi güçler tarafından tehdit olarak görülen, hak ve özgürlükleri ortadan kaldırılmaya çalışılan insanımıza; milli iradeyi güçten düşürmeye çalışan anlayışın temsilcileri ve tetikçileri tarafından hep bedel ödetildi.
Ordudan atıldığını 9 yıl boyunca annesine söyleyemeyenler, yaşları büyütülerek idam edilenler, kadın olarak haklarını aradıkları için coplanıp çocuğunu düşürenler, eğitimlerini yarıda bırakanlar, Necip Fazıl Kısakürek`in Sakarya Türküsü`ndeki ifadesiyle ``Öz yurdunda garip, öz vatanında parya!`` muamelesine tabi tutulanlara, serbest kürsü olsun istedik.
220 bin üyesiyle Türkiye`nin en büyük eğitim sendikası olarak, ödenen bedellerin unutulup gitmesine göz yumamazdık. Bir yığın acının, gözyaşının, yüreklerdeki öfkenin bedenlerle beraber toprağa akmasına müsaade edemezdik. Antidemokratik süreçlerde avukat desteği verdiğimiz, haklarına sahip çıkmak için eylemler düzenlediğimiz, işyerlerinde ziyaret ederek moral verdiğimiz bu arkadaşlarımızın yaşanmışlıklarını tarihe not düşmek istedik.
Türkiye demokratikleşirken, onlar toplum adına, millet adına, inandığımız değerler ve medeniyet davamız adına saymakla bitirilemeyecek bedeller ödediler. Bazen konuşabildiler ama çoğunlukla içlerine attılar. Türkiye`de demokrasi korku tünelinden çıkma mücadelesi verirken, en büyük bedeli onlar ödediler ama bunu haykıramadılar.
12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu dâhil yeni sivil anayasa talepleri ile darbe ürünü bir Anayasa`dan kurtulmaya çalışılırken, darbelerin, baskıların ve antidemokratik süreçlerin yaşattığı mağduriyetlerin bir sahaf hassasiyetiyle toparlanması ve tarihe not düşülmesi uğraşımızın karşılığını da fazlasıyla aldık. Demokrasi filizlenirken ödenen bedellerin gün yüzüne çıkarılması amacıyla, bedel ödeyenlerin anılarını kitaplaştırarak milletle buluşturacağız.
Türkiye`de artık darbecilerden hesap sorulurken, militer kimlikler ve paramiliter yapılar hukukun karşısına çıkarılırken, faili meçhullerin üzerine gidilirken, faili meçhullere kurban gittiği için hatıralarını dinleyemeyeceğimiz yitik insanlar da var. Bu yarışmaya katılan eserler üzerinden onların acılarını, çektiklerini ve maruz kaldıkları insanlık dışı muameleleri tahayyül etmek zorundayız. Çünkü, en azından geride bıraktıkları yakınlarına bir özür borcumuz var. Kimin özür dilemesi gerektiğini bilmiyoruz ama en azından kimlerden özür dilenmesi gerektiğini biliyoruz.
Bu arada bir merakımı özellikle paylaşmak istiyorum. Hatırlarsınız gerçi unutmak mümkün de değil ya, 28 Şubat sürecinin netameli kurgusu içerisinde gerçekleştirilen seçimlerle milletvekili seçilen, yemin etmek için çıktığı Meclis kürsüsünden başörtülü olduğu gerekçesiyle dönemin siyasi partilerinden birinin genel başkanı tarafından ``şu kadına haddini bildirin`` talimatıyla indirilen Merve Kavakçı, bu yarışmaya katılsaydı acaba neler yazardı. Sanıyorum yazsaydı yazısını şöyle tamamlardı; ``O gün benim haddimin bildirilmesi talimatını verenlere millet haddini bildirdi``. Bu noktada, haddini aşanlara haddini bildiren millet adına hükümetten beklentimizi ifade etmek istiyorum. ``Bu kadına haddini bildirin`` haykırmalarının yankısı duvarlarına sinmiş olan Meclis`te artık başörtülü kadın vekil görmek istiyoruz.
Andıçlanan gazeteci Ahmet Taşgetiren`in deyimiyle, 28 Şubatın asıl ve en büyük mağduru ``Savunan Adam`` merhum Erbakan Hocamız, hatıralarını yazabilseydi sanırım sayfaları binleri bulan bir eser ortaya çıkardı. Bu vesileyle Hocamı rahmetle anarken, 28 Şubat sürecinde sabır ve feraset göstererek ülkenin kaos ortamına sürüklenmesine fırsat vermediği için ayrıca minnet ve şükranlarımı ifade etmek istiyorum.
Bu arada, 12 Eylül ve 28 Şubat başta olmak üzere antidemokratik süreçlerin oluşturduğu vesayeti ortadan kaldırmak, 27 Nisan e-muhtırasını sahiplerine iade etmek, terörist devlet İsrail`e haddini bildirmek noktasında dik duruşlarıyla milletin teveccühüne mazhar olan Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan`a da acil şifalar diliyorum.
Değerli dostlar,
Bin yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat süreci bitmiş, bu sürecin startını verenler ve bu sürece destek olanlarla hesaplaşma süreci başlamıştır. Milletin 28 Şubat süreciyle hesaplaşmasına hizmet etmek adına gerçekleştirdiğimiz yarışmaya katılan ve eserleriyle destek veren bütün arkadaşlarımız ödüllendirilmeyi fazlasıyla hak ediyor. Onlar aslında ``milletin sözcüsü`` olmak sıfatına sahip olarak en büyük ödülü almıştır. Biz sendika olarak, milletimize sözcü olan arkadaşlarımızdan bir bölümüne, hiçbir rakamın yaşadıkları mağduriyetin ve ödedikleri bedellerin maddi karşılığı olmadığının bilincinde olarak maddi bir ödül vereceğiz.
Ancak, burada özellikle şunu ifade etmek istiyorum. Antidemokratik süreçlerde yaşadıkları veya şahit oldukları mağduriyetleri kağıda döken arkadaşlarımızı sendika olarak ödüllendireceğiz. Ancak, aslolan maruz bırakıldıkları mağduriyetlerin, yoksun kaldıkları hakların devlet tarafından tazmin edilmesidir. Bu noktada, bu dönemlerin bütün mağdurlarına devlet tarafından, gördükleri insanlık dışı muameleler için, maruz bırakıldıkları hakaretler için, işlerinden ve ekmeklerinden edildikleri için tazminat ödenmek zorundadır. Tıpkı, 1402`liklere ödenen tazminat gibi, tıpkı YAŞ kararlarıyla haksız yere silahlı kuvvetlerden uzaklaştırılan ordu mensuplarının kayıplarının tazmin edildiği gibi. Bu çerçevede, köşesi karartılıp işine son verilen basın çalışanları, inancı gereği başını örttüğü için mesleğinden atılan kamu çalışanları, eğitim öğretim hakkı ellerinden alınan kız öğrenciler gibi bütün sosyal kesimlerden bedel ödeyenlere devlet, özür borcunu yerine getirmeli, yetinmemeli açıkta geçirdikleri sürelere ilişkin hak kayıplarını telafi etmeli ve sosyal güvenlik yükümlülüklerini onlar adına yerine getirmelidir. Hakları iade edilmeyen hiçbir mağdur kalmamalıdır. Sayın Bakanımız Faruk ÇELİK`in, bu talebimizi dikkate alınacağına ve gereğini yapacağına inanıyoruz.
Son olarak şunu söylemek isterim. Darbecilerin bir hesabı varsa, milletin ve milletin yegane sığınağı Allah`ın da bir hesabı vardır. Milletimiz, kendisine on yılda bir balans ayarı çekenlere 10 yıldır kesintisiz ``demokrasi formatlı balans ayarı`` çekiyor. Ayar tutanları affediyor, tutmayanları ise tarihin çöp sepetine gönderiyor. ``28 Şubat bin yıl sürecek`` nutukları atanların sesleri kesildi. Çünkü, millet daha 5 yıl geçmeden ``28 Şubat bitmiştir`` diyerek noktayı koymuştur. Değerli dostlar, hatıralarını yazan ve yazamayan kardeşlerimizin yaşadığı tüm acıları ve sıkıntıları kısmen de olsa hafifletecek gelişmeler bunlar. İnşallah yeni anayasayla Türkiye yeni ufuklara açılacak, dünyanın en saygın ülkelerinin başında yer alacak.
Bu düşüncelerle, milletimizin bin yılı aşkın süredir müntesibi olduğu değerlerin ışığında 1992 yılının 14 Şubat`ında hak için yola düşen Eğitim-Bir-Sen`in siz değerli öncülerini, saygıyla selamlıyorum. Allah yar ve yardımcımız olsun.
.