EĞİTİM-BİR-SEN
Geleceğimiz eğitimcilere, demokrasimiz milletimize emanettir
2016-2017 eğitim-öğretim yılı, tüm öğrenciler için yeni bir heyecan, veliler için beklenti ve kaygı, eğitim çalışanları içinse bazı sıkıntı ve belirsizliklerle başlayacak.
Yeni eğitim-öğretim yılına sıkıntılı bir atmosferde girdiğimiz aşikârdır. Terörü, ideolojik hesaplar, egemenlik savaşlarının yeni aracı ve yöntemi olarak kullanan emperyalist odakların bölgemizi yapay kurgularla değişime zorlaması; siyasal, kültürel, sosyal sıkıntıları daha da ağırlaştırmaktadır. 15 Temmuz’da, asıl amacı işgal, kullandığı yöntem darbe olan kalkışmada bu sıkıntıları en ağır biçimde yaşadık. Her şeye rağmen geçmişimizden süzülerek varlığını sürdürmüş milli değerlerimizi ve kimliğimizi canlı tutmak, atılım gücünü muhafaza etmek, daha da geliştirmek için eğitim asla ihmal edilmeyecek, ertelenmeyecek milli meselemizdir. Değişimin yönünü, mahiyetini isabetli kavramak, millet olarak yarınlara daha donanımlı hazırlanmak için Milli Eğitim’e her zamankinden daha fazla önem ve öncelik vermemiz gereken dönemlerden geçiyoruz.
Vaktiyle çözümlenmeyen sorunlar, bugün milli varlığımıza tehdit oluşturacak boyutta, büyüyerek karşımıza çıkmıştır. Ancak bundan sonra öz ve biçim açısından, ilk olarak Milli Eğitim’de imkân, kadro ve müfredat olarak, sonra bütün toplum düzeninde köklü değişikliğe gidilmesi, Yeni Türkiye için bir mecburiyete dönüşmüştür. Türkiye’nin, yarınların yeni ufuklarına eski yükü, anlayış ve alışkanlıklarıyla yürüyemeyeceği iyice anlaşılmıştır.
Yenilenmenin yeni bir müfredattan yeni bir anayasanın yapılmasına kadar hayatın tüm alanlarını kapsaması gerekmektedir. Sistemde ihmal edilen her bir alan diğer alanların da verimini düşürmektedir. Yenilenmenin anlık, günlük kaygılarla köklü, kapsamlı yapılmaması durumunda, kalıcı, kuşatıcı çözümleri hayata geçirmek mümkün olmayacaktır.
Yeni eğitim-öğretim yılına, darbe sonrası çalkantılı bir ortamda girmenin sıkıntıları yaşanmaktadır. Kurulduğu günden beri milli iradenin, zengin, çeşitli ve çoğulcu bilginin, temel insan hak ve özgürlüklerinin yanında; zulmün, haksızlıkların, vesayetçilerin karşısında konum alışı ve duruşuyla eğitim meselesini dava edinen sendikal hareketimiz, başta eğitim çalışanlarının her türlü özlük hakları ve çalışma şartları olmak üzere, eğitimle ilgili herkesin ve kesimin sorunlarına çözüm aramayı, çözüm bulmayı amaç edinmiştir. Biz aradaki hassas çizgi ve ölçüyü her zaman muhafaza ederek, tutumumuzu şahsileştirmeksizin ülke ve milletin genel yararını esas kabul ettik. Ülkeye kaybettirecek hiçbir çabanın içinde olmadık, olmayacağız. Bir çeyrek yüzyılı bulan onurlu mücadele ve hak arama geçmişimizde olduğu gibi, bugün de milli duygu ve değerlerin sorumluluğuyla hareket etmenin çabası içerisindeyiz.
Hiçbir durum ve gerekçe, eğitimin kök sorunlarına, eğitim çalışanlarının ve camiasının meselelerine ilgisiz kalma nedeni olamaz. Türkiye, her sorunun üstesinden gelecek güçte ve her sorunu çözecek istidatta muktedir bir ülkedir. Bu mülahazalarla, yeni eğitim öğretim yılının, başta müfredat olmak üzere, eğitimin muhteva ve felsefesine ilişkin tıkanıklığın aşıldığı veya o yönde ümit verici çalışmaların sonuç alıcı aşamaya geldiği, eğitim çalışanlarının sorunlarının giderildiği bir yıl olmasını diliyoruz. Çalışmalarımız bu yöndedir, bu yönde olacaktır. Çabalarımız, mücadelemiz, eğitimin kalitesini, niteliğini, etkisini artırmak içindir.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın öncelikle yapması gereken en önemli işlerin başında, eğitim sistemini demokratikleştirmek, eğitim çalışanlarının sorunlarını çözüme kavuşturmak ve bu suretle tüm eğitim çalışanlarının eğitimdeki nitelikle ilgili değişme ve gelişmelere etkin katılımını ve desteğini sağlamak gelmektedir.
Bu nedenle, Bakanlığın sistem içindeki ve dışındaki insan kaynaklarını iyi yönetmesi gerekmektedir. Yüz bini aşkın öğretmen ihtiyacı varken, yüz binlerce atama bekleyen öğretmen adayının varlığı, insan kaynaklarının yerli yerinde kullanılmıyor olması önemli bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Bunun yanında, başta öğretmenler olmak üzere, eğitim çalışanlarının artık kronikleşmiş sorunlarının çözümünün de en az öğretmen ihtiyacının karşılanması kadar elzem olduğu ortadadır.
Eğitim felsefesinin yenilenmesi, öğretim programlarının, müfredatın ve ders kitaplarının ideolojik kalıplardan arındırılması, değerler eğitimine önem verilmesi, insan kaynaklarının verimli kullanılması ve sorunları en aza indirilmiş bir eğitim için eğitim çalışanlarının sorunlarına köklü çözümler hedeflenmelidir.
Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının yeniden hayata geçirilmesi, erkek kamu görevlilerine dayatılan kılık-kıyafet zorunluluğu, çerçeve yönetmelikteki bazı antidemokratik yaptırımlar yüzünden kamu görevlilerinin yaşadıkları mahrumiyetler, öğretmenlerin kariyer basamaklarına ilişkin yaşadıkları belirsizlik, ek ders esaslarındaki adaletsizlikler, öğretmen açığı, eğitim çalışanlarının atama ve yer değiştirme süreçlerinde yaşadıkları problemler, yönetici görevlendirme süreçlerinde mahkeme kararlarının doğurduğu sorunlar gibi, çözüme kavuşturulması gereken hususların 2016-2017 eğitim-öğretim yılı içerisinde aşılmasını ümit ediyor ve Milli Eğitim Bakanlığı’na bazı önemli başlıklar için çağrıda bulunuyoruz.
Açığa alma ve ihraç süreçlerinde adil davranılmalı, masumların zarar görmemesinin mücadelenin en hassas tarafı olduğu unutulmamalıdır
15 Temmuz darbe girişimiyle millî iradeye yapılan saldırı, milletimizin direnişi, güvenlik güçlerimizin kahramanca mücadelesi başta olmak üzere, millet iradesini savunan tüm sivil toplum örgütlerinin cansiperane duruşuyla akamete uğratılmıştır.
Darbe girişimi sonrası alınan olağanüstü hâl kararı ve başlatılan soruşturmalar çerçevesinde uygulamaya konulan “açığa alınma/görevden uzaklaştırma” tedbiri, suçluların ortaya çıkartılması, şüpheli ile masum arasında ayrım yapılabilmesi, ceza soruşturması ve idari incelemelerin sağlıklı yürütülebilmesi açısından yerinde ve gerekli bir işlemdir. Ancak kamu görevinden çıkarma gibi ağır hukuki sonucu olan bir işlemden evvel en azından bu kişilere masumiyetini ispatlama imkânı tanıyacak bir yolun tanınması gereklidir. Kamu görevinden çıkarılanlar arasında tek bir masumun dahi bulunmaması gerektiği hususu, en az FETÖ/PKK mensuplarının ve destekçilerinin kamudan ihracı kadar önemli bir konudur.
Biz her fırsatta terörün her türlüsüne karşı olduk ve olmaya da devam edeceğiz. Milli değerlerimiz, insani hassasiyetlerimiz düzleminde ‘eğitim’ ve ‘terör’ faaliyeti asla bir arada olamaz. Eğitimci terör kelimesiyle cümle içinde dahi bir araya gelemez. Tam da bu sebeple eğitimden yana olduğumuz için eli kanlı, okul kundakçısı teröre de, darbe yardakçısı, kukla terörüne de karşıyız, sonuna kadar milli iradeden ve her hâlükârda eğitimden yanayız. Eğitim kurumlarının terörün ve cuntacıların eleman devşirdiği, öğrencilerimizin kirli emeller uğruna ava dönüştürüldüğü, üstelik bunun devletten maaş alanların eliyle yapıldığı yerlere dönüşmesini kabul etmemiz mümkün değildir. Asıl işlevi yüksek değerlerle donanmış bireyler yetiştirerek vatana, millete hizmet etmesi gereken eğitimin, gerçek mahiyetiyle uyuşmayacak amaçların aracısı kılınması, yükselmeye değil, çöküntüye, çatışmaya zemin hazırlar. Eğitimcinin gayesi insanımızı, özellikle de kendilerine en nezih, en masum, saf duygu ve itimatla emanet edilen genç nesilleri bilgiye, kaleme, kitaba, bilime götürmek olmalıdır. Çocuklarımıza bilgi yerine ideoloji yükleyen, ya eline silah veren ya da aklını işgal edip zekâsını mankurtlaştıran bu ülkenin geleceğine ihanet ediyor demektir. Çocuklarımıza barış yerine savaşı, birlik, kardeşlik yerine darbeciliğin hikmetlerini telkin eden, öğretmen değil, olsa olsa kadrolu teröristtir.
Üniversitelerimizde de ‘paralel’le mücadele adı altında masum insanların görevden uzaklaştırılması, bazı rektörlerin süreci zehirlemeye yönelik uygulamaları konusunda uyanık olunması gerekmektedir. Üniversitelerde paraleli gizleyip, yapılması gereken temizliği dizginleyip, kişisel hesaplarını görmeye kalkan üniversite yönetimlerinin icraatına dikkat edilmelidir.
Devleti ele geçirmeyi veya yıkmayı amaçlayan yatay, dikey, paralel yapılarla mücadelede hukuk dışına çıkmak, yeni darbe ve terör girişimlerine izin ve imkân vermek demektir. Devletin terörist yapı ve örgütlenmelerden temizlenmesi bütün bir milletin huzuru ve bir beka meselesidir. Ancak her şeye rağmen bu ayıklama sathi bir genellemeyle yapılmamalı, hukuk devletine yakışan bir titizlik elden bırakılmamalı; bir tek teröristin dahi öğretmen hüviyetini taşımasına müsaade edilmemeli ve bir tek eğitimcinin dahi haksız yere terörist muamelesi görmesine göz yumulmamalıdır. Bir teröristin veya hainin öğretmen muamelesi görmesi eğitim açısından ne kadar zül ise masum bir eğitimcinin terörist ya da hain muamelesi görmesi bir o kadar zulümdür. Adaletin terazisi, tarihin en hassas dengesini yakalamak, zerreyle miskali ayıracak derecede dikkatli olmak mecburiyetindedir.
Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına yeniden dönmek tecrübeyi hiçe saymaktır
668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 4. maddesinin altıncı fıkrasıyla sözleşmeli öğretmenlik tekrar uygulamaya konulmuştur.
Geçmişte 70 bin civarında sözleşmeli öğretmen istihdam edilmiştir. Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının bizzat kendisinin doğurduğu olumsuzluklar tecrübeyle sabit iken, şimdi 668 sayılı KHK ile getirilen düzenleme daha büyük sakıncalara neden olacaktır. Eğitim kurumlarında kadrolu/sözleşmeli şeklinde ortaya çıkan ayırım; kurum içi çalışma barışını bozmuş, öğretmenlerin verimliliğini düşürmüş, aynı niteliklere sahip ve aynı görevi ifa eden insanlar arasında bir nevi kast sistemi oluşturmuş; sözleşmeli olarak istihdam edilenler kadrolu olanların sahip olduğu özlük haklarına sahip olmadıklarından hak kayıpları ve mağduriyetler pek çok davaya neden olmuş, Bakanlığa olan güven azalmış, sözleşmeli öğretmenlerin statüleri nedeniyle eğitim kurumu içinde öğrencilere karşı otoriteleri dahi sarsılarak eğitim-öğretim ortamı bu durumdan olumsuz etkilenmiştir.
Söz konusu sorunlar nedeniyledir ki, 2011 yılında 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle sözleşmeli öğretmenler memur kadrolarına atanmıştır. Bahse konu kanun hükmünde kararnamenin genel gerekçesinde ise, kamu hizmetlerinin daha etkili, verimli ve hızlı bir şekilde yürütülmesini sağlamak ve çalışmalarda etkinliği artırmak amacıyla sözleşmeli personel pozisyonlarında çalışmakta olanların memur kadrolarına atanacakları; böylece kamu kurumlarında görev, yetki ve sorumlulukları aynı veya benzer olan ve aynı unvanı taşımakla birlikte farklı statülerde istihdam edilen personelin statüsü, mali ve sosyal hakları ile diğer hakları arasında farklılığın ortadan kaldırıldığı ifade edilmiştir.
Bu alanda gerçekleştirilen çok sayıdaki araştırma ve raporda ortaya konulduğu üzere, öğretmen istihdamında güçlük çekilen bölgelerdeki sorun; sözleşmeli öğretmenlik, yer değiştirme yasağı gibi palyatif yollarla değil, söz konusu bölgelerde öğretmenlerin kalıcı olarak görev yapmalarını teşvik edecek katkılarla çözüme kavuşturulabilecektir. Devlet Memurlarına Ödenecek Zam ve Tazminatlara İlişkin 2006/10344 sayılı Bakanlar Kurulu kararının ekinde yer alan II. sayılı Cetvelin (E) Teknik Hizmetler ve (F) Sağlık Hizmetleri sınıfında yer alan personele görev yaptıkları bölgelere göre ek tazminat ödenmesi öngörülmüş olduğundan, öğretmenler için de bu yönde bir düzenleme yapılması gereklidir. Mali teşviklerin yanı sıra askerlik hizmetinin görev başında yapılabilmesi, hizmet puanının iki katı oranında artırılması, iki hizmet yılına bir derece verilmesi, ek ders ücretinin yüzde 100 artırılması, dört yıllık çalışma süresi sonunda ilk üç tercihinden birine atanma hakkının verilmesi, merkezi düzeyde düzenlenen 10 hizmet içi eğitim faaliyetine katılma, tatil dönemlerinde ücretsiz ulaşım hakkı verilmesi gibi hakların da tanınması yerinde olacaktır.
İstihdamda sıkıntı yaşanan yerlerde teşvik sistemi uygulanmalıdır
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde en büyük eğitim sorunu kalıcı öğretmen istihdamının sağlanamamış olmasıdır. Bugün bu bölgede bir öğretmenin ortalama görevde kalma süresi 1,5 yıldır. Bu durum, ilkokul dönemi başta olmak üzere, eğitim ve öğretimde ciddi sıkıntılara sebebiyet vermektedir. Sorunun diğer boyutu, öğretmen açığının en çok bu bölgede bulunmasına rağmen tecrübeli ve bilgi birikimine sahip öğretmenlerin bölgede çalışmak yerine bir an önce batı bölgelerine gitmesidir.
Bu açığı kapatmak amacıyla zorunlu hizmet yükümlülüğü getirilmiş olsa da, bunun soruna kalıcı bir çözüm getirmediği görülmektedir. Eğitim çalışanlarına yönelik zorunlu hizmet bölgelerinde görev yapmaları halinde illerin mahrumiyet durumlarına göre ilave özel hizmet tazminatı ödenmesi, hem bölgenin eğitim çalışanı açığının kapatılması bakımından hem de bölgenin zorluğuna göre eğitim çalışanının yaşamış olduğu mağduriyeti gidermesi bakımından zaruret arz etmektedir.
18. Milli Eğitim Şurası’nda alınan “…ayrıca zorunlu hizmet bölgelerinde çalışanlara ‘zorunlu bölge hizmet tazminatı’ ödenmelidir…” kararı ile Sayın Cumhurbaşkanının başbakanlık döneminde yaptığı bu yöndeki açıklamaları gereği; öğretmen ihtiyacının karşılanması amacıyla, zorunlu hizmet bölgelerinde istihdam edilen öğretmenlere, illerin veya yerleşim yerlerinin sosyal, ekonomik, kültürel ve ulaşım imkânları dikkate alınarak kalkınmada öncelikli hizmet tazminatı verilmesi amacıyla ilgili mevzuatlarında gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Bu tür uygulamalar, hem bölgenin eğitim çalışanı açığının kapatılması hem de bölgenin zorluğuna göre eğitim çalışanının yaşamış olduğu mağduriyetin giderilmesi bakımından elzemdir.
Milli Eğitim Şûrası’nda alınan kararları görmezden gelmek şûrayı değersizleştirmektir
2010 yılında yapılan 18. Milli Eğitim Şûrası’nda sendikamızın teklifleri doğrultusunda yeni eğitim sistemine geçiş, Milli Güvenlik Dersi’nin kaldırılması, Kur’an-ı Kerim, Siyer ve Temel Dini Bilgiler derslerinin müfredata girmesi gibi önemli kararlar alınmış ve kısa sürede yapılan düzenlemelerle hayata geçirilmişti. 19. Milli Eğitim Şûrası’nda ise;
-Alkollü içki ve kokteyl hazırlama dersinin kaldırılması,
-İlkokul 1, 2. ve 3. sınıflara da din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin konulması,
-Ortaokulda hafızlık eğitimi alacak öğrenciler için ara verme süresinin 1 yıldan 2 yıla çıkarılması ve ara verilen sürelerde öğrencilere dışarıdan sınav hakkı verilmesi,
-Değerler eğitimine öğretim programlarında etkin bir şekilde sarmallık anlayışla yer verilmesi,
-Öğretmenlere 3600 ek gösterge verilmesi,
-Öğretmenlere 4 yıla bir yıpranma payı verilmesi,
-Osmanlı Türkçesinin Anadolu İmam Hatip Liseleri ve Sosyal Bilimler Liselerinde zorunlu, diğerler liselerde ise seçmeli ders olarak okutulması,
-Ortaokullarda 5, 6 ve 7. sınıflarda birer saat rehberlik dersinin konulması gibi önemli kararlar alınmıştır.
Söz konusu kararlar başta olmak üzere, şûrada alınan bütün kararlar bir an evvel hayata geçirilmelidir.
Yeni müfredat yeni Türkiye’nin yapı taşı olmalıdır
4+4+4 eğitim sistemiyle arzulanan sonuçların elde edilebilmesi, insanımızın sahip olduğu ahlaki ve toplumsal değerlerin, müfredatın yeniden belirlenmesi noktasında öncelikle göz önüne alınması, temel belirleyici etken olmasıyla mümkündür. Çünkü değerler; düşünme ve zihni muhakemede birer araç olarak kullanılmak, kişilerin dikkatini istenen, yararlı ve önemli görülen kültür nesneleri üzerinde odaklaştırmak, ideal düşünme ve davranma yollarını göstermek gibi fonksiyonları icra etmektedir. İnsan davranışlarını belirleme ve insan karakterini geliştirme noktasında oynadıkları bu çok önemli rol nedeniyle toplumun sahip olduğu bu değerlerin yeni nesle aktarılması, belirli bir düzen, iç tutarlılık ve bir sistem dâhilinde verilmesini gerektirmektedir.
Konu gerçekte basit bir müfredat değişikliğinin ötesinde bir öneme sahiptir. İdeolojik endoktrinasyon aracılığıyla tek tip fertler yetiştirmeyi hedefleyen bir toplumsal mühendislik projesinin eğitim sistemine biçtiği işlevin, demokratik ve çoğulcu bir toplum tarafından kabul edilebilmesi mümkün değildir. Bu nedenle, temel eğitimden yükseköğretime, eğitim ve öğretimin her kademesinde çoğulcu düşünmeyi ve farklılıklara saygıyı, empatiyi hedefleyen bir müfredat değişikliği zorunludur.
Yeni müfredat, biçimi ve muhtevasıyla akıllı, bilgili, ahlaklı, vicdanlı, özgür, ekip çalışmasını bilen, başaran, cesur, araştırmacı, soran, sorgulayan fertler yetiştirmeyi amaçlamalıdır. Bu konuda ivedilikle adım atılmalıdır. Bunun yanı sıra, kitap içerikleri de toplumun değer yargıları göz önünde bulundurularak bir an evvel güncellenmelidir.
Öğretmen ihtiyacı acilen giderilmeli, “atama bekleyen öğretmen” sözü tarih olmalıdır
Bir ülkede eğitim fakültelerinden mezun olup, atama bekleyen 300 binin üzerinde öğretmen adayı ve o ülkenin eğitim kurumlarında 100 binden fazla öğretmen ihtiyacı varsa, bu, bir çarpıklığın olduğunu göstermektedir. Söz konusu çarpıklık düzeltilmediği sürece sıkıntılar devam edecektir. Bu konuda köklü bir çözüme gidilmelidir. Bakanlığın öğretmen ihtiyacı konusunda gerekli hizmeti sunamaması ya da eksik hizmet sunması, eğitim ve öğretimin bütün aşamalarında birçok sorunun kaynağını teşkil etmektedir. Bu konuda köklü bir çözüme gidilmesi ve öğretmen ihtiyacı olan yerlere öğretmen adaylarının dengeli bir şekilde atanması konusunda bir planlama yapılması elzemdir. Bu amaçla, bir yandan YÖK ile daha sıkı bir iş birliği içerisinde Bakanlığın orta ve uzun vadeli öğretmen ihtiyacı ile yükseköğretim kurumlarının eğitim ve fen-edebiyat fakülteleri ile pedagojik formasyon kontenjanlarının müştereken belirlenmesi; diğer yandan norm kadro esaslarında köklü değişikliğe gidilerek, ders saatinin yanında öğrenci sayısı, okul büyüklüğü, coğrafi konumu, bulunulan bölgenin sosyo-ekonomik durumu ve OECD kriterleri gibi çok sayıda değişkenle belirlenen bir norm kadro düzenlemesi yapılması ve öğretmen sayısının kademeli olarak artırılması gerekmektedir.
Takviye kurslarının niteliği artırılmalıdır
Anayasa Mahkemesi kararı sonrası dershaneler tekrar faaliyete geçmiş; eşitsizliğe ve adaletsizliğe yol açan sistem hızla yeniden organize olmuştur. Sınav odaklı sistemin Türkiye için adalet duygusu, eşit vatandaşlık ve sosyal hareketlilik konularında sağladığı fayda nedeniyle bir süre daha devamı bir zorunluluk olup, bunun sonucu oluşan okul dışı akademik destek hizmetleri talebi her durumda devam edecektir.
Dershaneler, okullarda oluşan program sorunları ve atalet nedeniyle alternatif eğitim kurumları ve bir tampon kurum hâline gelmiştir. Nitekim özel etüt merkezlerinde verilebilecek derslerin sayısının beşe çıkarılması fiiliyatta dershanelerin tekrar hayata dönmesini sağlayacaktır.
Eğitimde belli bir kaliteyi yakalayıncaya kadar birer okul dışı destek hizmeti sunan yardımcı kurumların oluşturulması eğitimde oluşan boşluğu gidermek için bir gerekliliktir. Bu kapsamda dershanelerin ortadan kaldırılmasının yolu, takviye kurslarının niteliğinin artırılarak ders dışı destek hizmeti sunucuları olarak dönüştürülmeleri, ortaöğretim ve yükseköğretime girişte sunulacak rehberlik servislerini de kapsayacak şekilde içeriğinin çeşitlendirilmesi, okulda verilen eğitimle yakın bağlantı içinde yürütülmesi sağlanarak dershanelere olan talebin takviye kursları ekseninde okula yönlendirilmesi hedeflenmelidir. Diğer taraftan, dershanelerin, özel okullara dönüşmeleri için öngörülen teşvik mekanizmaları genişletilerek devam ettirilmeli, takviye kurslarına olan talep artırılmalıdır.
Yönetici görevlendirme süreci yeniden ele alınmalıdır
14.3.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6528 sayılı Kanun, okul ve kurum müdürü, müdür başyardımcısı ve yardımcısı olarak görev yapanlardan görev süresi dört yıl ve daha fazla olanların görevini, 2013-2014 ders yılının bitimi itibarıyla başka bir işleme gerek kalmaksızın; görev süreleri dört yıldan daha az olanların görevini ise bu sürenin tamamlanmasını takip eden ilk ders yılının bitimi itibarıyla başka bir işleme gerek kalmaksızın sona erdirmiştir. Ancak bu kanuna dayanılarak çıkartılan 10.6.2014 tarihli ve 29026 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmeliğin yönetici görevlendirme esaslarına ilişkin maddelerine açılan iptal davalarında verilen yürütmenin durdurulması kararları ile görev süresi sona eren yöneticilerin yeniden değerlendirilme süreçlerine karşı açmış oldukları bireysel davalar neticesi verilen iptal kararları sonrası, yönetici görevlendirme süreci yönetilemez ve yürütülemez bir hâle gelmiştir.
Mahkeme kararları gözetilerek çıkartılan yürürlükteki yönetmelik, mevcut sorunlara kısa vadeli çözümler getirse de, kazanılmış hakların korunması ve tecrübeli yöneticilerin görevlerinin devamının sağlanması noktasında yetersizdir.
Bakanlığın eğitim kurumlarının yönetimi konusunda konuya uzun vadeli bakan bir politika ve strateji geliştirmesi gerekmektedir. Yönetici görevlendirme sürecinde belirsiz ve kestirilemez bir politika izlenmesi; 6287 sayılı Kanun’la yöneticilik görev süresinin 4 yılla sınırlandırılmış olması; ek ders usul ve esaslarının yöneticilere münhasır mali haklarının günümüz eğitim kurumu yöneticiliği görevlendirme süreci ve sorumluluklarına uyarlanamaması ile nöbet ücreti gibi yönetici olamayanlara tanınan ilave imkânların denginin yöneticilere yansıtılamaması sonucu kurum içi ücret dengesinin bozulması; öğretmenlik branşındaki normlarının saklı tutulmaması nedeniyle görev süresi sona eren yöneticilerin norm kadro fazlası öğretmen konumuna düşecek olmaları gibi sebepler dikkate alındığında, mevcut durumda yönetici görevlendirme sürecinde aday ve nitelikli/tecrübeli sıkıntısı yaşanması kuvvetle muhtemeldir.
Eğitim kurumları yöneticilerinin statüsüne uygun olarak hakları da genişletilmelidir
Eğitim kurumlarına ilişkin yönetmelikleri başta olmak üzere, Bakanlık mevzuatı eğitim kurumu yöneticilerine pek çok sorumluluk yüklemiş olduğu halde, yöneticilerin gerek yetkilerinin gerekse mali haklarının yetersiz kaldığı görülmektedir. Eğitim kurumlarına daha fazla yetki ve eğitim-öğretimin yürütülmesi alanında söz sahibi olma hakkı verilmesi politikası çerçevesinde eğitim kurumu yöneticilerinin yetkileri artırılmalıdır. Yine eğitim kurumu yöneticilerine bu statülerine bağlı olarak sorumluluklarıyla orantılı ilave mali haklar verilmelidir. Bu kapsamda yöneticilik görevine bağlı ek ders ücretlerinde artışa gidilmesi, okul türüne ve okulun bulunduğu eğitim bölgesinin/ilçenin/ilin/coğrafi bölgenin sosyo-ekonomik şartları dikkate alınarak ilave ek ders ücreti ödenmesi, yöneticilerin Bakanlığın taşra teşkilatına ait araç, gereç, malzeme ve sair ekipmanı kullanma hakkı verilmesi, çalışma koşulları ve sosyal haklarının iyileştirilmesi, çalışma saatleri başta olmak üzere çalışma koşullarını eğitim kurumu özelinde kurum içinde belirleyebilmeleri, yöneticilik görevinin sona ermesi halinde bulundukları eğitim kurumunda öğretmenlik görevlerine devam edebilmeleri gibi imkânlar getirilmelidir. Aksi halde her yeni mevzuat değişikliğiyle artan sorumluluğa nazaran mali ve sosyal hakları ile yetkileri yerinde sayan yöneticilik pozisyonları için Bakanlığın yönetici adayı bulmakta zorlanacağı bir durumla karşı karşıya kalması kaçınılmazdır.
Eğitim kurumları yöneticilerinin daha etkin ve verimli çalışmalarını sağlayacak hizmet içi eğitimler verilmelidir
Bakanlığın yönetici görevlendirme sistemi, yazılı sınav sonucuna göre görevlendirilen müdür yardımcıları/başyardımcıları arasından değerlendirme formu puanı ve sözlü sınava göre eğitim kurumu müdürü görevlendirilmesi şeklindedir.
Yazılı ve sözlü sınav konuları arasında eğitim kurumu yöneticiliğine dair konular yer alsa da, sınav sonucunda başarılı bulunan yöneticilerin etkin ve verimli bir yöneticilik yapmalarını sağlayacak nitelikte bir hizmet içi eğitim programı bulunmamaktadır. Salt yazılı ve sözlü sınavları kazanmakla ehil bir yönetici olunmayacağı açıktır.
Bu nedenle, öncelikle nitelikli bir eğitim yönetimi hizmetinin sunulabilmesi için eğitim kurumları yöneticileri için yeterlik kriterleri oluşturulmalı; bu yeterlikler ışığında hizmet içi eğitim programları düzenlenmelidir. Eğitim kurumu yöneticileri, sürekli eğitim ilkesi gereği, ihtiyaçları doğrultusunda desteklenmelidir. Bunun yanında, görev yaptıkları eğitim kurumunun özellikleri dikkate alınarak yöneticilere; verimliliği artırmak, öğretmenlerin ve diğer okul çalışanlarının iş doyumunu sağlamak, okulun güvenliği ve okul nüfusunun sağlığını korumak, dinamik ve çevresine yararlı konularda eğitim verilmelidir.
Kariyer basamaklarındaki felç hâli giderilmeli, işleyen bir sistem getirilmelidir
Anayasa Mahkemesi’nin Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme uygulamasına yönelik olarak verdiği iptal kararı ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun mahkeme kararıyla kariyer basamağı unvanı elde edilemeyeceği noktasındaki içtihadı sonrasında kariyer basamakları sürecinin yasal belirliliğe kavuşturulmaması, adeta unutulmaya terk edilmesi, pek çok hak kaybına neden olmuştur. 2006 yılından bu yana öğretmen kariyer basamaklarına ilişkin uygulama yapılmamaktadır. Paydaşların görüşleri ve talepleri doğrultusunda herkesin yararlanmasına açık, özgün, maddi ve manevi açıdan tatminkâr bir kariyer sistemi ivedilikle hayata geçirilmelidir.
Nitekim Ekim 2009 tarihli Kurum İdari Kurulu’nda, “Kariyer basamaklarında yükselmeye yönelik olarak Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği hükümler göz önünde bulundurularak, yeniden uygulayabilmek amacıyla ilgili mevzuatında gerekli değişikliklerin yapılarak sınav açılmasına yönelik çalışmaların başlatılarak en kısa zamanda sonuçlandırılması” kararı alınmıştır. Bakanlık, altına imza attığı kararların gereğini yapmalıdır.
Ek ders esaslarındaki adaletsizliğe son verilmeli, ders ücretleri artırılmalıdır
Ek ders esaslarında ücret dengesizliğine ve mağduriyete neden olan hükümler, uzun bir zaman geçmesine rağmen hâlâ değiştirilmemiştir. 2006 yılında köklü bir değişikliğe uğrayan ek ders esasları, 10 yıldır uygulanmakta ve değiştiği günden beri bazı adaletsizlikler devam etmektedir. Sendika olarak hazırlayıp Bakanlığa sunduğumuz taslak dikkate alınmalı, gerekli mevzuat değişiklikleri bir an önce yapılmalıdır. Öğretmenlerin branşlarına göre ek ders ücretlerindeki adaletsizlik, okul türlerine göre yöneticilere verilen ve izahı mümkün olmayan ek ders ücreti farklılıkları çözüme kavuşturulmalıdır. Hâlâ 10 TL civarında olan ek ders birim ücreti, en az 20 TL’ye çıkarılmalı, öğretmenlerin girebilecekleri ek ders saati üst limiti yeniden gözden geçirilerek, ihtiyaçlar doğrultusunda artırılmalıdır.
Öğretmenliğin itibarı korunmalı, öğretmene karşı şiddet cezalandırılmalıdır
Öğretmenlerimiz, çocuklarımız ve gençlerimiz için ‘iyi insanın’, ‘güzel ahlakın’ canlı fotoğrafı olmak durumundadır. Sadece öğreten değil, değerleri yaşayan ve yaşatan bir kimlik olarak öğrencilerinin karşısına çıkmalıdır. Öğrencisi, insan olmanın değerini öncelikle öğretmenlerimiz üzerinden yaşamalıdır. Adil olmayı, işinin hakkını vermeyi, iş ahlakını, hakça paylaşmayı, birlikte yaşamayı ve huzuru birlikte oluşturmayı, sınıfta ve okulda öğretmenimizden görmelidir. Böylesi bir öğretmen profili için öncelikle öğretmenimizin toplumdaki saygınlığının ve itibarının, bu hedef doğrultusunda oluşması ve korunması gerekiyor. Öğretmenlerimizin mali, sosyal ve özlük hakları, çalışma şartları bu itibar ve saygıyı oluşturacak biçimde düzenlenmeli ve geliştirilmelidir.
Öğretmenlerimize karşı şiddet, bugün okullarımızda yaygın bir sorun halini almıştır. Maalesef öğretmenlerimiz saldırılara karşı savunmasızdır. Eğitim-öğretim kurumlarında yeterli güvenlik tedbirleri alınmamakta, sorumluluk öğretmenlere ve yöneticilere bırakılmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimcilere yönelik her saldırının sıkı takipçisi olmalıdır. Bakanlık, Hukuk Müşavirliği kanalıyla yargıya intikal etmiş davalarda kendi personelinin yanında olduğunu göstermeli; nerede duracağı belli olmayan bu şiddet olaylarının bir an önce son bulması için gereğini yapmalıdır.
Okulların bütçe sorununa çözüm getirilmelidir
Okullara bütçe verilmemesi nedeniyle yaşanan sorunlara köklü çözüm getirilmelidir. Okulların zaruri harcamaları için okul aile birliklerince üretilmeye çalışılan çözümlerin yetersiz kaldığı görülmelidir. Okul yöneticilerinin eğitim liderliği yapmalarının önündeki en büyük engel olan okulların bütçe sorunu; öğretmeni, yöneticiyi ve veliyi karşı karşıya getirmekte, bundan en fazla zararı yine okul yönetimleri görmektedir. Merkezi bütçeden, öğrenci başına ödenek uygulamasına geçilmeli, okullarda tahsildarlık dönemine son verilmelidir.
Eğitim ortamlarında tek cinsiyetli ve karma olmak üzere farklı uygulama biçimleri hayata geçirilmelidir
Tüm gelişmiş ülkelerde sorgulanan ve bilimsel araştırma sonuçlarıyla da yüzyılın pedagojik yanlışı olarak nitelendirilen karma eğitim mecburiyetine son verilmelidir. Pedagojik unsurun, insan hakları hukuku bağlamında karma eğitimin iki boyutunun olduğu görülmektedir. Birincisi, ebeveynin, çocuğunun eğitimini belirleme/seçme hakkı; ikincisi, çocuğun kendisini ilgilendiren her konuda görüş açıklama hakkıdır. Bu itibarla ebeveynlere ve çocuklara tek cinsiyetli eğitim görme konusunda sınıf ya da eğitim kurumu bazında seçim hakkı tanıyacak bir sistem hukukun gereğidir. Toplumun beklenti ve taleplerine cevap verecek şekilde kız, erkek ve karma olmak üzere farklı uygulama biçimlerinin hayata geçirilmesi için düzenleme yapılmalıdır.
Eğitim-Bir-Sen olarak, yeni eğitim-öğretim yılının eğitim çalışanlarına, milletimize hayırlar getirmesini; özgür millet, bağımsız devlet düsturuyla geleceğimizin inşasında en büyük payı hakkıyla icra etmesini diliyoruz.