ARŞİV
GÜNDOĞDU:EĞİTİMİN SORUNU, ÇALIŞANLARIN SORUNLARI ÇÖZÜLMEDEN ÇÖZÜLEMEZ
Memur-Sen Konfederasyonu ve Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, eğitimin sorununun, çalışanların sorunları çözülmeden çözülemeyeceğini söyledi.
Eğitim-Bir-Sen tarafından düzenlenen “Eğitim-Öğretim-Bilim Hizmet Kolu Çalışanları Sorunları ve Çözüm Önerileri Şurası” Başkent Öğretmenevi’nde başladı. İki gün sürecek Şura’nın açılışında konuşan Genel Başkan Ahmet Gündoğdu, eğitim çalışanlarının sorunlarının il il, bölge bölge tartışılarak buralara kadar geldiğini belirterek, “Eğitim çalışanlarının sorunları bizim sorunumuzdur. Ve bugüne kadar sorunlar ve çözüm önerileriyle ilgili sayısız çalışmamız, girişimimiz oldu. Ancak bu şuranın; mantığı, kuşatıcılığı ve katılımcıları açısından düşündüğümüzde, bir ilk olduğu görülecektir. Bize göre eğitimin sorunu, çalışanların sorunları çözülmeden çözülemez. Biz gerek sendika gerekse konfederasyon düzeyinde sorunların üzerine gitmeye devam edeceğiz. Ancak sorunun kaynağı neredeyse, çözümü de orada aramalıyız, diyorum. Ve burada ortaya çıkacak değerlendirmeleri bu yüzden çok önemli buluyoruz. Çünkü sonuç almada, anlamak ve anlaşılmak son derece önemlidir. İnsan, ancak bu yolla haklı bir yerde durabilir ve haklı istekleri karşılık bulur. Biz bilgiyi işlerimize hep ortak ettik; akıl, inanç, realite, medeniyet geçmişimiz, tarihsel misyonumuz bize böyle bir sorumluluk yüklüyor. Aslında muhabbetle diyalogu da ayıran ince çizgi burada saklıdır. Muhabbet, hayatı anlamlı kılan bir ilişki biçimidir, bütün katılımcıların katkıda bulunduğu, bir arada yaşamayı, paylaşmayı gerektirir; ortak bir yol, ortak bir güzergâh belirlemeye yol açar” şeklinde konuştu.
* SORUNLARA YAKLAŞIM BİÇİMİ SORUNLU
İnsan olarak hepimizi harekete geçiren, her gün yeni baştan eylem içinde olmaya mecbur kılan gerçeğin, ‘olması gereken’ ile ‘olan’ arasındaki fark olduğunu kaydeden Gündoğdu, şöyle konuştu:
“Biz, teorik olarak bu ülkede yaşayan herkesin eşit ve saygın yurttaş sayılmasını önemsiyoruz. Ancak bu durum gerçekte özde vatandaşlar, sözde vatandaşlar ve müstakbel vatandaşlar sınıflamasına tabi tutulduğumuz gerçeğini değiştirmez. Çünkü bu gerçeği gündelik hayatımızın pek çok safhasında birebir yaşıyoruz. Bu haksızlık, keyfilik, akıl dışılılık elbette çıkış noktamız olmayı fazlasıyla hak ediyor, eylemlerimizi tutarlı ve anlamlı kılıyor. Biz, bu ülkede yaşayan insanlar açısından yakın tarihimize baktığımız zaman ne görürüz? Hangi uluslararası başarımızı hatırlıyorsunuz? Sürekli darbe tehdidi, parti kapatma, terör, sağ- sol çatışması ya da başka adlarla başka ideolojik kümelerin karşı karşıya getirildiği çatışmalar. Ne yazık ki, kaybedenin millet olduğu uzun dönemler yaşamaya mecbur bırakıldık. Kimileri bir kavram belirleyip bunu merkezi bir konuma yerleştirip, bunun dışındaki gerçekleri teferruat saydı. Ve merkezi kavramı yaşatmak için her türlü hukuk dışı yol-yöntemi meşru saydı. Gerçekten de en az terör kadar canımızı yakan başka sorunlarımızı, hak ihlallerini görmezden gelmeye zorlandık. Her şeyi güvenlik merkezli düşündüğümüz için bütün iç ve dış standartlarımızı savaş psikoloji üzerinden kurguladık. Öyle ki, Milli Güvenlik Dersi bile koyduk, her öğrenciye bir subayın bakış açısından güvenlik programı yükledik. Ancak terör durmadı. Çünkü sorunlara yaklaşım biçimimiz sorunluydu.”
* İNANDIĞIMIZ DOĞRULARIN HAYAT BULMASI İÇİN MÜCADELE EDİYORUZ
“Sahip olduğumuz bilgi, bilinç ve gücün yardımıyla, inandığımız doğruların hayat bulması için mücadele ediyoruz. İktidarın, itibarın ve ekonomik değerlerin daha âdil paylaşılmasını ve her bir insanımız için daha onurlu bir hayat talep ediyoruz. Bu bizim nihai hedefimizdir” diyen Gündoğdu, “Bunun için eylemler tasarlıyoruz. ‘Eğitim-Öğretim-Bilim Hizmet Kolu Çalışanları Sorunları ve Çözüm Önerileri Şurası’ da bu nihai hedefimizin gereğidir. Bugüne kadar gerek Milli Eğitim sistemini gerekse üniversitelerimizi geliştirmeye dönük pek çok akademik yayın yapıldı, toplantılar, şuralar, sempozyumlar düzenlendi. Planlar, projeler geliştirildi, bir kısmı uygulamaya konuldu. Dünyadaki gelişmelere bağlı olarak bunlar yine yapılacak. Çünkü hem hayat hem insan bizatihi dinamik yapılardır. Bunlar için tayin edilmiş bir sınır yoktur” değerlendirmesinde bulundu.
Sendika olarak bugüne kadar hizmet kolunda görevli tüm eğitim çalışanlarının sorunları ve çözüm önerileriyle ilgili olarak kendilerine ulaşan ya da kendilerinin tespit ettiği sorunları, geliştirebildikleri çözüm önerilerini ilgili bakanlara ilettiklerini, Yönetim Kurulu üyeleriyle birlikte sorunlar ve çözüm önerilerinin yer aldığı raporlar sunduklarını ve bunların takipçisi olduklarını anlatan Gündoğdu, “Bakanlık yetkilileriyle sayısız görüşmelerimiz oldu. Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversitelerimizde yaşanan sorunların, çalışanların uğradığı haksızlıkların ne yazık ki sonu gelmedi. Haksızlıkların boyutu, ‘insanın olduğu her yerde bunlar olur’ denecek cinsten münferit olaylar değil. Tam aksine, sistematik, bizzat sistemin yapısından kaynaklanan sorunlar oldu, olmaya da devam ediyor” ifadelerini kullandı.
* SİSTEMDEN KAYNAKLANAN SORUNLARI EN FAZLA YAŞAYANLAR EĞİTİM ÇALIŞANLARIDIR
Genel Başkan Gündoğdu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Şimdi birlikte düşünelim; aynı işi yapan iki insan, biri Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışıyor, diğeri bir başka bakanlıkta çalışıyor. Ne ücretleri ne özlük hakları birbirine eşit... Arkadaşlarımız diğer bakanlıktakilerden daha zor, daha ağır şartlarda çalışıyor olsa bile eşitlik ve adalet duygularımızı zedeleyen koşullara mahkûm edilmektedirler. Eğitim sisteminin yapı taşları olan eğitim çalışanlarının, ne yazık ki, önemli bir kısmı kendilerine yüklenen her türlü angaryayı yerine getirmekle yükümlü görülmektedir. Angarya, içinde çok fazla zorbalık barındıran bir kelime. Anlamlarından biri, kişiye görevi dışında yaptırılan iş, bir başkası kölelik düzeninde köylünün derebeyine yaptığı zorunlu ücretsiz hizmettir. Başka anlamları var tabii, onlarda da zor kullanma anlamları var. Özetle eğitim çalışanları sistemden kaynaklanan sorunları en fazla yaşayan, en fazla canları yananlar olmuştur. Kurumların fiziki yetersizliklerini, yönetim anlayışının çelişkilerini hissedenlerin en başında onlar vardır. Bir insan düşünün, normal bir görevi vardır; sonra kalorifer yakar, şoför olur, gece bekçisi olur, yöneticilerin özel işlerini, bahçe düzenlemesini, boya-badana işlerini yapar. Karşılığında ücret, yevmiye, yolluk, yiyecek, giyecek, fazla mesai ücreti mi ödenir? Kocaman bir hayır!”
* ÖZGÜRLÜK, REFAH VE ADALET SORUNUMUZ VAR
‘Eğer bütün bir toplum kendi kendisini yönetemez, kendi hayrına, kendi iyiliğine, kendi yararına olanı tespit ve tayin edemez denirse, bunun soruna yol açacağını dile getiren Gündoğdu, şunları söyledi: “Çünkü bu anlayış, toplumun aklını yok saymaya eşdeğerdir. Başka bir açıdan baktığımızda, bir özgürlük, bir refah, adalet sorunumuz var. Mevcut yapılanmayla da çözülecek gibi görünmüyor. Çünkü bugüne kadar sahici sorular sormamıza, cevaplar aramamıza izin verilmedi. Mesela, hepimiz, siyasilerin ağızlarını açtıklarında, ‘Dedelerimiz Çanakkale’de beraberdi, şimdi niye ayrılalım? Etnik kimliğe yönelik siyaset yapma ve ülkeyi kaosa sürükleyecek eylemlerden kaçınalım’ dediklerine tanık oluyoruz. Peki, ulus devletlerin ideolojisi olan milliyetçilik, başlangıçta sömürgeci, emperyalist devletlerin işgallerine karşı direnişi temsil ederken, zaman içinde etnik, tek tipçi vatandaş yetiştirmenin ideolojisi haline getirildi mi, getirilmedi mi? Oysa dünyanın hiçbir yerinde toplum homojen değildir; günümüzde her toplum kendi içinde etnik, kültürel ve dini bakımlardan farklı grup veya toplulukları barındırır. Yaklaşık bir asırlık resmi tez bizi aksine inandırmaya çalıştıysa da, bugün kültürel çeşitliliğin dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi bizim vazgeçilemez bir özelliğimiz olduğunu -ne yazık ki- ağır bedeller ödeyerek öğrendik. Vesayetçilerle sorunumuz bir örnekle sınırlı değil. Onlar, başta anayasa olmak üzere, devleti devlet yapan bütün kurumları kendilerinin, ideolojilerinin bir aracı gibi gördüler. Bu görme biçimi, sorunlarımızı her geçen gün çoğalttı. Çok değerli anayasa uzmanlarımızın ısrarla belirttikleri gibi, bugüne kadar hep yönetilegeldiğimiz darbe anayasaları bu ideolojik tutuculukla hazırlanmıştır. Oysa böylesi bir yaklaşım sadece totaliter devletlerde yaşanmıştır. Çünkü özgür toplum ve devlete hâkim bir ideoloji bir araya getirilemez. Çünkü bir ülkede hâkim bir ideoloji hayatın merkezine yerleşmişse, her şey bu ideolojik merkez etrafında tanımlanmaya ve şekillenmeye mecbur bırakılır. Böylesi bir eksen belirlenmişse, sorunlar özgürce tartışılamaz, çözüm geliştirilemez. Ve sonuç olarak, devlet kurumlarının toplumun içindeki farklı dünya görüşü, ideoloji ve hayat tarzlarına sahip gruplar karşısında tarafsız olması beklenemez. Biz millet olarak bu gerçeği nerdeyse seksen yıldır yaşıyoruz. Bugüne kadar büyük bir açıklıkla gördük ki, devlet ideolojisine yakın duranlar diğerleri karşısında daima avantajlı konum elde etmişlerdir. Yine bu anlayışın sonucudur ki, toplumsal değişim ve dönüşüm talepleri karşısında tarafsız olması gereken kurumlar müthiş cepheleşmeye gidebilmektedir. Resmi ideoloji, en saygın anayasal kurumları yozlaştırmış, hukuk garabeti sayılabilecek onlarca karara imza attırmıştır. Örneğin, YÖK’ün katsayı ile sınavını hatırlayın. Nasıl oluyorsa, bir kurum bir dönem tam yetkili oluyor, bir başka iktidar döneminde ‘yetkisizsin’ denebiliyor. Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanlığı seçimindeki tutumunu hatırlayın. Sonuç olarak mahkemeler kurulu, vesayet rejimin garantörleri; hukuk, baskı ve sindirme aracı haline getirilmiştir.”
* LAİKLİK, BİR TOPLUMDAKİ FARKLILIKLARIN BARIŞÇI BİR ŞEKİLDE BİRARADA VAR OLMASINA HİZMET EDER
Söz konusu hukuk garabetinin en çok yaşandığı alanlardan birinin de laikliğin yorumuyla ilgili olduğunu kaydeden Gündoğdu, “Laikliğin tarihsel gelişim süreci içinde amacı, devletin topluma bir din dayatmasını önlemek, böylece toplumu din temelli devlet baskısından korumak olmuştur. Başka bir anlatımla, lâiklik toplumu hem devlet baskısından hem de dinsel baskıdan özgürleştirir. Lâikliğin esas olarak özgürleştirici bir ilke olmasının anlamı burada saklıdır. Yoksa ‘dinsel baskıdan özgürleşmeyi, dinden özgürleşmekle karıştırmamak gerekir. Laikliğin amacı, toplumu dine dayalı bir devletten gelecek baskıdan özgürleştirmektir, dinden özgürleştirmek değil. Özgür bir toplumda dinden özgürleşme bazı kişi veya grupların amacı olabilir, ama devletin amacı olamaz. Böylece, laiklik, bir toplum içindeki farklılıkların barışçı bir şekilde bir arada var olmasına hizmet eder. Yoksa bizde olduğu gibi laiklik, siyasi-hukuki bir ilke olmaktan çıkarılıp devletin izlemesi ve millete dayatılması gereken bir toplum felsefesi olarak yorumlanamaz” diye konuştu.
* VESAYETÇİ REJİMİN EN ÇOK KÖTÜLÜK ETTİĞİ KURUMLAR ÜNİVERSİTELERDİR
Genel Başkan Ahmet Gündoğdu, vesayet rejiminin kuşattığı, gelişmesine, evrensel standartlara ulaşmasına izin vermediği, en çok kötülük ettiği kurumların üniversiteler olduğunun altını çizerek, “Üniversiteler; adı üstünde evrensel kurumlar olarak, felsefi tartışma ortamında akıl sürecini duygusal sürecin önüne alarak kişilerin olayları görerek ve tartışarak farkına varılabilirliğini sağlayan ortamlardır. Avrupa’da ilk şekillenen üniversite tarihine bakıldığında, düşünsel anlamda çağının ilerisinde olan hocalar, genellikle aykırı ve radikal kişiler olarak tanımlanırlar. Bu ortamlarda her türlü düşünce otoriteye, tabulara ve kişilere bağlı olmaksızın tartışılmıştır. Yani hayata dair her şeyi sorgulayan, arkası gelmez sorular üniversitelilerin kafalarındaki sorulardır. Emmanuel Kant’ın da belirttiği gibi, aydınlanmış bilinç her türlü otorite karşısında kendisini bağımsız hisseder. Evet, aydınlanmış bilinç dünya sorunlarına eleştirel bakmayı başaran bilinçtir. Eğer aydınlar kendilerini otoriteyle uyumlu olmaya mecbur hissetseydi, bugün hala ilkel kabile toplulukları düzeyinde yaşıyor olurduk. Bu bakımdan yöneticiler ile uyum içinde olmayan radikal, başkaldıran aykırı kişilere çok şey borçluyuz. Eğer bizde de gerçek üniversal akılların iş başında olduğu üniversitelerimiz olsaydı, başörtülü öğrencilerimiz derslere alınıncaya kadar onlar da ders işlemeyi reddederlerdi. Eğer üniversitelerimiz anayasa ve yasayla dayatılan ideolojik kafeslerden kurtarılamazsa, bilim adamları resmi ideolojiye paralel hareket edenlerin ödüllendirildiği, muhalif düşünenlerin cezalandırıldığı bir kurum olmaktan çıkartılmadıkça; gelişme ve ilerleme karşıtı, darbe yanlısı tavırlar almaya devam edecektir. Sonuç olarak üniversitelerimiz kaybederse, hepimiz kaybederiz” görüşünü dile getirdi.
* ARTIK BU SİSTEMİN DEĞİŞMESİNİ İSTİYORUZ
Artık bu düzeni, bu düzenin çelişkilerini daha iyi bildiklerini vurgulayan Gündoğdu, sözlerini şöyle tamamladı: “Sevme, adalet, özgürlük, paylaşma yeteneğini kaybetmiş bu sistemin değişmesini, çelişkilerin, tutarsızlıkların zorbalıkların sona ermesini istiyoruz. Ancak bu ülkede sorunlarımızın sağlıklı bir şekilde ele alınamamasında, çözüm üretilememesinde bilerek ve isteyerek yinelenen, kışkırtılan önyargıların olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır. Bu önyargı bataklığına saplanmış insanları ellerinde tuttukları önyargılara daha da bağımlı hale getiren asıl gerçek; hızla değişen, hızla daha karmaşık hale gelen, sürekli yeni fırsatlarla beraber yeni çatışma alanları üreten modern dünyada, nerede duracaklarını bilememeleri, kendilerini, sevdiklerini, inançlarını nasıl savunacakları konusunda çaresiz kalmalarıdır. İşte tam da bu noktada, işte tam da böyle duygusal ve düşünsel hapishane olan önyargılardan kurtulmak ve daha kolay olanı böylesi tutsaklıklar yaşanmaması için okumak, dinlemek, izlenim edinmek, düşünmek, anlamak, görebilmek, görebildiklerinden anlam çıkarmak… Bizim olmazsa olmazlarımız oldu ve olmaya da devam edecektir. Her zaman kullandığımız yasayı bir kez daha hatırlatmak istiyorum: Daha iyisini veremezsen, insanın elindekini alamazsın; insan aklını hakikatle buluştur, o gereğini yapar. Çünkü akıl canlı, dinamik bir olgudur.”
Şuranın açılışında, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Muammer Yaşar Özgül, Bartın Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ramazan Kaplan, Büyük Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Destici, Saadet Partisi Genel Başkanı Şeref Malkoç ve AK Parti Artvin Milletvekili Ertekin Çolak da birer konuşma yaptı.