KONFEDERASYON HABERLERİ
Küreselleşen Dünyada Eğitim Herkesin Geleceği, Sendikacılık Hepimizin Güvencesidir
Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, küreselleşmenin bireye, insana ‘çok naif bir şekilde balık olman sonucu değiştirmez, yaşamak istiyorsan uçmalısın’ dayatmasında bulunduğunu ifade ederek, “Biz ise hem eğitimci hem sendikacı olarak diyoruz ki, insan olmadıkça uzman olmamızın, onurumuzu koruyamadığımız sürece pastadan en büyük payı almanın, emeğe değer vermeyen toplumda sendika kurmanın ve sendikacılık yapmanın mümkün olmayacağını ve anlamsız olacağını söylüyoruz. Biz, adaletsiz bir dünyanın değil, hakça bölüşülen bir dünyanın derdini taşıyoruz. Biz, standartlara hapsedilen bireye itiraz ediyor, biricik olma hasletine sahip insan için mücadele etmeyi önemsiyoruz. Biz, sendikal mücadeleyi insanın ilk ve kadim eylemi emeği korumanın ve insanı insan kılma faaliyeti olan eğitimi insanlaşma olarak tanımlamanın hedefiyle birlik ve dayanışma davetinde bulunuyoruz” dedi.
Uluslararası “Küreselleşme, Eğitim ve Sendikalar” sempozyumu, Millî Eğitim Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Safran, Kahramanmaraş Milletvekili Habibe Öçal, Türkiye Maarif Vakfı Başkanı Prof. Dr. Birol Akgün, MEB Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürü Mehmet Nezir Gül, Personel Genel Müdürü Hamza Aydoğdu, Teftiş Kurulu Başkanı Atif Ala, 77 ülkeden 89 sendika ve 4 uluslararası örgütten 175 yönetici, Eğitim-Bir-Sen Şube başkanları, Kadınlar Komisyonu üyeleri ve genç sendikacıların katılımıyla İstanbul’da başladı.
Açılışta konuşan Genel Başkan Ali Yalçın, sempozyumun tematik çerçevesini, eylemsellikle farklı zamanlarda farklı anlamlar kazanabilmek noktasında ortak özelliğe sahip “Küreselleşme, Eğitim ve Sendikalar” şeklinde üç olgu üzerine inşa ettiklerini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tanımı ve kapsamı konusunda uzlaşılamayan fakat insan ve insanlık üzerindeki etkisi anbean daha da derinleşen küreselleşmeyi hem eğitimci hem de sendikacı yönümüzle birlikte değerlendirmek, tanımak ve tanımlamak gerekiyor. Çok geriye gitmeye gerek yok. 90’lı yıllardan itibaren ‘liberal iyimserlik’ makyajıyla başlayan küreselleşme, zaman içinde makyajın etkisini yitirmesiyle kötümser tartışmaların hatta felaket senaryolarının nesnesi haline geldi. Yani, küreselleşmeye dair öngörülerin ve oluşturulan algıların yerine gerçekler ve çıplak hakikat ortaya çıktı. Biz küreselleşmeyi başa alırken, onun gerçekliğine işaret, gerekliliğine muhalefet ve içeriğine fikri zeminde isyan etme zemini oluşturmayı amaçladık. Bir taraftan da eğitim öznesi ve sendikal faaliyetler bakımından olgunun iki yönüyle de tartışılmasını istedik. Özellikle iletişim teknolojilerinin gelişmesi, Mc Luhan’ın tabiriyle, ‘Dünyamızı küresel bir köye dönüştürmüştür.’ Bu vakıadan kaçabilir miyiz? Elbette hayır. Yerel sorumluluklarımızı yerine getirmek için dahi küresel ölçekli düşünceler geliştirmek zorundayız artık. Öte yandan, küreselleşme, özellikle kapitalizmin son yorumu olan neo-liberal ideolojiyle birlikte dünyamızı emperyalizmin ‘sosyal mühendislik’ alanına dönüştürdü. Sonuç, hayatımızı yönlendiren savaşlar, şiddet dalgası ve nihayet göçler.”
Tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar sınırlarla kuşatılmış durumdayız
“Dünya, oluşturulan bu şiddet ve savaş dalgası nedeniyle yeni bir kavimler göçü yaşıyor sanki. Neden ve nasıl bu hâle gelindi” diye soran Yalçın, “Elbette bunun birçok sebebi var. Burada, konumuzla örtüşmesi bakımından konuyu eğitim ve bilgi boyutuyla ele almak istiyorum. Küreselleşme olgusunun sınırları, duvarları ortadan kaldırdığı söyleniyordu. Oysa bugünlerde biz, yeni yeni duvarlardan bahsediyoruz. Bana göre tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar sınırlarla kuşatılmış durumdayız. Nicelik bakımından, evet, iletişim güçlenmiş, sınırlar aşılmış durumda. Peki, nitelik bakımından? Manipüle edilmiş haberlerle, bağlamından koparılmış bilgilerle ‘insan ve hakikat’, ‘hayat ve gerçeklik’ arasında oluşmuş sınırları nereye koyacağız? Dolayısıyla, hayatımızın her alanına ilişkin yeni duvarlar, yeni sınırlar var. Gözlerimize inen perde, zihinlerimize çekilen sınırlar, emeğimizin önüne örülen duvarlar gün gibi ortadadır. Fakat biz ‘bütünleşmek’ tanımını merkeze alarak küreselleşme tanımına mahkûm ediliyoruz. Bu mahkûmiyeti aşmanın tek yolu eğitimdir ama bu konuda da birçok sorun yaşıyoruz” şeklinde konuştu.
Eğitimin tanımına, işlevine, felsefesine, program ve içeriğine dair zeminde de bir kuşatılmışlık var
Eğitimin tanımına, işlevine, felsefesine, program ve içeriğine dair zeminde de bir kuşatılmışlık bulunduğunu kaydeden Yalçın, “Maalesef eğitimi ve süreçlerini, insanın kendi olma ve kendini bulma zemininden diplomalı olma ve iyi iş bulma yarışının platformuna çevirdik. Bireyleri, ‘bilgi gladyatörü’ olma hedefiyle ‘standart tipoloji’ kapsamında olmaya zorluyoruz. ‘İşi iyi yapanın iyi işler yapandan’ daima daha önemli ve değerli olduğu bir arena olarak tasarladık. Elbette, ‘bilmek’ ve ‘işi doğru görmek’ önemlidir. Peki, ‘olmak’ ve ‘doğru işlere yönelmek’ önemsiz mi? İnsan olmanın ve insani değerler üzerinden hayata tutunmanın imkânsızlaştığı rekabetçi bakışı reel olarak tanımlayan bir düzlemde, hangi çocuğa, gence veya yetişkine ‘eğitim-insan’ ilişkisine ‘öğretim-iş’ ilişkisinden daha fazla değer vermeyi önerebilirsiniz? Batı evrenselciliğinin, yani küreselleşmenin geldiği, dolayısıyla bizleri de sürüklediği nokta bu” diye konuştu.
Küreselleşmenin dayattığı sorunlar ‘kendi içimize yönelmemizi’ engelliyor
Küreselleşmenin dayattığı sorunların, bizi ‘kendi içimize yönelmemizi’ engellediğini vurgulayan Ali Yalçın, şöyle konuştu: “Pedagojiden tutun da bilgi edinmeye kadar eğitimin bütün alanını kuşatan bir anlayış, bir paradigma tek hakikat olarak kabul ediliyor. Mesela pedagojiyi ele alalım. Aslında birçok eğitimciye göre de bugünkü pedagojik formasyon, insanı ömür boyun edilgen bir konuma sokuyor. İlginç olan, ‘küreselleşme müellifi ve müsebbibi’ batılı eğitimcilerin de bunu kabul etmesidir. Öte yandan, Batı’nın ‘birey-eşya-sistem’ ilişkisinin, kitleselleştirme, daha doğru bir ifadeyle, yığınsallaştırma performansıyla anlamsızlaştığını gözlemliyoruz. Bir tarafta kişinin ‘birey olma iradesi’, diğer tarafta sistemin/devletin ‘birey oluşturma idaresi’ arasındaki ‘çekişme ve çatışmanın’ üzerini örtmeye odaklanmış eğitim programları, eğitim felsefesi ve eğitim kurumları. Aslında evrenselcilik de bu ‘birey-kitle’ ilişkisine dayanıyor. Yani ‘birey’, ‘yığına’ hapsediliyor. ‘Özgürlük ve irade kullanımı’ kavramlarının dahi temelinde bu anlayış var. Böyle bir kuşatılmışlıkta birey kendini ifade edebilir mi? İnsanın iç ve dış bütünlüğüne götürmeyen anlayıştan bireyin en önemli özelliklerinden biri olan iradeden bahsedilebilir mi? Elbette bahsedilemez. Ben bu sorulardan yol alarak daha acıtıcı bir soru daha sormak istiyorum. Eğitim, insanların büyüme dönemlerine ağır müdahalelerde bulunmak için araçsallaştırılmış sosyal mühendislik aparatı mıdır? Bizler, hem eğitimci hem de sendikacı olarak bu konuda ciddi bir sorgulama yapmak zorundayız. İnsanın kendi olma yolculuğu eğitim ile insan onuru savunuculuğu sendikal paradigma arasındaki ilişki ve iş birliği bu açıdan çok önemlidir. Eğitim sendikalarını değerli kılan, kılacak olan da budur. Bizim baktığımız noktadan hem eğitim hem sendikacılık mühendislik bir yaklaşımla sadece sonuç odaklı değildir. Dolayısıyla süreci ve sürecin her anını irdelemek ve incelemek zorundayız."
Eğitimci kimliğimizle ‘söz hakkı’ kullanmaya, sendikacı kimliğimizle ‘sus payı’ anlayışına karşı çıkmak görevimiz ve işimizdir
Yalçın, sonucu değiştirmek için akışı, süreci değiştirmek içinse bakışı değiştirmeleri ve bir karar vermek, hedef belirlemek durumunda olduklarını dile getirerek, “Bireyleri, vatandaşları ve hepsinden öte insanları, yani çocuklarımızı ‘küreselleşmenin serfleri’ olarak mı, insanlık ailesinin onurlu fertleri olarak mı yetiştireceğiz. İnsanın kendisine değer verilmeden emeğine değer verilmesi ne kadar mümkün? Eğitimci kimliğimizle ‘söz hakkı’ kullanmaya, sendikacı kimliğimizle ‘sus payı’ anlayışına karşı çıkmak değil mi bizim görevimiz ve işimiz” ifadelerini kullandı.
İnsanı ‘ham madde’ pozisyonuna indirgeyen bir yaklaşım aynı zamanda onu ‘maliyet unsuru’ olarak gösterme kurnazlığı da içermektedir
19. yüzyılda temelleri atılan zorunlu eğitimin, devlete uygun vatandaş yetiştirme aracı olarak görüldüğünü, küreselleşme döneminde ise insanı ekonomik bir nesneye indirgeyen neo-liberal sistemin insan kaynakları söylemine göre şekillendirildiğini söyleyen Yalçın, sözlerini şöyle tamamladı: “Oysa insan, ‘kaynak’ değil, ‘kaynak kullanıcısıdır.’ İnsanı ‘ham madde’ pozisyonuna indirgeyen bu yaklaşım aynı zamanda onu ‘maliyet unsuru’ olarak gösterme kurnazlığı da içeriyor. Bakınız, Amerikalı eğitimci John Taylor Gatto bu süreci eğitim boyutuyla nasıl anlatıyor: ‘Kitlesel üretim ekonomileri, bireylerin zihinlerini sömürgeleştirip onları kitlesel zihinlere dönüştürmeden başarılı olamaz. Bu dönüşüm ne kadar erken başlatılırsa o kadar iyidir. İlkokulun ilk sınıflarında, ana sınıflarında hatta çocuk yuvalarında…’ Bana göre böyle bir sistem, insanın ‘yabancılaşmasına’ hatta ‘imhasına’ yol açar. Oysa kadim zamanlarda eğitim, insanın kendini gerçekleştirmesinin, kendi hakikatini bilmesinin yoluydu. Bugün de öyle olmalı, yarın da öyle kalmalıdır. Eğitimci ve sendikacı vasfımızla küreselleşmeye tam da bu yüzden direnmeliyiz. Çünkü o, bizim insan olmamızı değil, sadece uzman olmamızı; iyi işler yapmamızı değil, işi iyi yapmamızı ödüllendirerek bize kendi olma irademizi ıskalatmayı hedefliyor. Tarihin en uzun ömürlü devletlerinden Osmanlı’nın eğitim kurumlarından birinin kapısında şu ifade yazıyordu: ‘Burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanamaz.’ Evet, eğitimin tam da bu olması gerekmiyor mu? Uçmayı bilene yüzmeyi yasaklamamalı fakat dayatmamalı da. Küreselleşme ise bireye, insana ‘çok naif bir şekilde balık olman sonucu değiştirmez, yaşamak istiyorsan uçmalısın’ dayatması yapıyor. Biz ise hem eğitimci hem de sendikacı olarak diyoruz ki, insan olmadıkça uzman olmamızın, onurumuzu koruyamadığımız sürece pastadan en büyük payı almanın, emeğe değer vermeyen toplumda sendika kurmanın ve sendikacılık yapmanın mümkün olmayacağını ve anlamsız olacağını söylüyoruz. Biz, standartlara hapsedilen bireye itiraz ediyor, biricik olma hasletine sahip insan için mücadele etmeyi önemsiyoruz. Biz, sendikal mücadeleyi insanın ilk ve kadim eylemi emeği korumanın ve insanı insan kılma faaliyeti olan eğitimi insanlaşma olarak tanımlamanın hedefiyle birlik ve dayanışma davetinde bulunuyoruz. Sempozyumun küreselleşmeye muhalefet ve insanı önceleyen refah ve adalet için milat oluşturacak bir iradeyle sonuçlanmasını temenni ediyorum.”
Safran: Küreselleşmenin içinde en etkili olduğu yön eğitimdir
Millî Eğitim Bakan Yardımcısı Mustafa Safran, son 50 yıla damgasını vuran kavramın küreselleşme olduğunu belirterek, “Küreselleşmenin içinde en etkili olduğu yön de eğitimdir. Ancak eğitim bir kavram, yapı, sistem, süreç ve örgüt olarak küreselleşmeye ilişkin tüm tartışmalarda, bazen değişimle başa çıkmada yetersiz kalması iddiasıyla, bir sorun alanı. Kimi zaman ise küresel ölçekteki sorunların kısa, orta ve uzun vadede çözümünde değişim alanı olarak en çok konuşulan, en fazla beklenti duyulan ve dönüşümlerin en fazla yaşandığı alan olarak görülüyor” dedi.
Safran, her ülkenin içinde bulunduğu coğrafyanın özellikleri, toplumsal ve iktisadi öncelikleri, tarihsel geleneği içinde inşa ettiği kurumları ve bu kurumların yaslandığı kültürel kodlar bağlamında kendi eğitim ve öğretmen yetiştirme modelini oluşturmakla yükümlü olduğunu kaydetti. Safran, şöyle devam etti: “Eğitim sistemi bağlamında temel hedef, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan sürdürülebilir kalkınmayı temel alan insani değerleri merkeze koyan bir medeniyet iddiasını ve tasavvurunu hayata geçirmektir. Dünya Bankası’nın 2018 eğitim raporunda çözüm önerilerinden en önemlilerinden biri, ‘Tüm aktörleri işe koş’ diyor. Öğretmenlikten gelmiş, öğretmen kimliğinden her zaman onur duyan bir akademisyen olarak, hepimiz eğitim sistemini oluşturuyoruz. Öğretmenlerin özlük haklarına odaklaşmış, eğitim hizmet kolunu geliştirmeye çalışan her eğitim sendikasıyla iş birliğine hazırız. Öğretmenlerin haklarını koruyan, geliştiren kuruluşlara destek olmamız, eğitimde kalite arayışı çabalarımız ile tutarlılık göstermektedir. İnanıyoruz ki, öğretmene yaptığımız bir birimlik yatırım, eğitim sistemimizde, kelebek etkisi yaratıp katma değeri yüksek katkı sağlayacaktır.”
Hizmet öncesinden başlayarak, öğretmenlerin seçimine, eğitimine ve atanmasına kadar geçen sürede hem öğretmen niteliğini hem de öğretmenlerin yaşam kalitelerini artıracak politikalara öncelik verileceğini söyleyen Safran, “Çok kısa bir süre önce göreve gelmemize rağmen, 15 Ekim’de Millî Eğitim Bakanımız Ziya Selçuk, eğitimde adalet, verimlilik ve süreklilik adına yeni bir eğitim inşası raporunu kamuoyuyla paylaşacak. Bütün arkadaşlarımız merkeze eğitimin temel omurgası olan öğretmenin yerleştiğini ve her şeyin öğretmen çevresinde döndüğünü görecektir. İnşallah bunu hep birlikte başaracağız. Millî mutabakat sağlanmadan hangi sistemi inşa ederseniz edin o sistemin başarıya ulaşması mümkün olamıyor” diye konuştu.