ARŞİV
Memur-Sen Geleneği
Nasreddin Hoca’nın fıkraları aslında derinlerinde şaşırtıcı yasalar barındıran bilgelik hazinesidir. Bu fıkralarda gerçeklikler karakterlerin sözleri ve davranışları üzerinden anlatıldığı için verilmek istenen mesajın anlaşılması, hissedilmesi ve davranışa dönüşme olasılığı çok daha fazladır. Çünkü bilge Nasrettin, insanların alışıldık düşünme biçimlerini tersyüz eder, şaşırtır, bu bilince, neredeyse zorunlu muhakemeye iterek, gerçeğe adım atmaktan başka seçenek bırakmaz. Ele alacağımız konu bakımından bize yol gösterecek bir fıkramız var:
Fıkra, çoğumuzun malumudur. Adamın biri Hoca’yı yerde bir şey ararken görür. “Hayrola, ne arıyorsun Hoca?” diye sorar. Hoca, “Anahtarımı kaybettim, onu arıyorum” diye cevap verince adam da kendisine yardım etmek için bir süre diz çöküp onunla beraber anahtarı aramaya koyulur. Neden sonra aramaktan bıkan adam, “Hocam, sen bu anahtarı burada kaybettiğine emin misin? Başka bir anlatımda, “Tam olarak nerde düşürmüştün?” diye sormayı akıl eder. Hoca anahtarı ahırda kaybettiğini söyleyince adam köpürür. “İyi de Hoca” der, “neden ahırda aramıyorsun onu?” Hoca’nın cevabı hazırdır: “ Ama orası karanlık veya burası ahırdan daha aydınlık da ondan.” diye cevap verir.
İlk bakışta anlamını açık etmeyen bu fıkrada, çözümü, sorunun kaynağında yan kaybettiği yerde aramayan insanlara, ironik bir ayna tutmaktadır. Anahtar ahırda kaybedilmiştir. Çözüm ise ahırın dışında bir yerde aranmaktadır. Bir başka söyleyişle, problemle yüzleşmek yerine sorunu öteleme, yok sayma, görmezden gelme gibi kaçış yöntemlerine başvurmadaki saçmalığa gönderme yapmaktadır. Ahırı bir değer ya da sorunun ortaya çıktığı yeri işaret eden “gerçek yer” olarak düşünebiliriz. Sorunun çözümü için ilk adımı burada atmalıyız. Çünkü sorunun oluştuğu yer burasıdır, burada problemlere neyin sebep olduğunu bulmalıyız ki çözüm için de doğru adım atmış olalım. Çünkü sorunun ve olası çözümün doğası ile burada karşılaşabiliriz.
Aslına bakarsanız gerçek liderler de bu vasıflarını, sahada kazandılar. Kurucu genel başkanımız Mehmet Akif İnandan başlayarak, Ahmet Gündoğdu ile aynı dönemde mücadele ederken doğrudan tanıklık ettiğimiz, “İnandırmak için gerçekten inanmak, gerçek bir iletişim ustalığı, eylem ve söylem birliği, değişim yeniliğin hayati yönlerini görmek, belirsizlikleri aşabilmek için sarsılmaz bir özgüven aynı zamanda bu özgüvenin herkes için olduğu konusunda ikna etme, herkesin kendisini en değerli hissettiği bir gönül yüceliği, yol göstericilik, riskler doğru tahlil etme meydan okuma, maddi- manevi fedakârlık, hakkın-adaletin ve mazlumun yanında hasletleri bilinçten meydanlara, meydanlardan bilince taşımıştır. Bu yüzden liderlikleri “doğal ve etkili” olmuştur.
Memur-sen’in liderlik geleneğinin en özgün yanlarından biri de yöneticilerin kendilerini sürekli yetiştirmeleri için inisiyatif almalarına izin vermek olmuştur. Ki Sağlık-Sen genel başkanımız Mahmut kaçar, Akif İnan tarafından sendikayı kurmakla görevlendirildiğinde yirmi bir yaşındadır. Bugün siyaseten yenilmez bir siyasal aktör olan Başbakanımızın bütün bir hayatı, çocuklukta ömrü neredeyse gerçek hayatın içinde ve hakikatle kesintisiz bir temasla geçmiştir. , yağmuru yediği zaman her taraf çamur olan sokakta, sonraları simit satarken, teşkilat başkanlıkları, adaylıklar, belediye başkanlığı vs. dünyadan örneklerde sahada olmayı görebiliyoruz, Fransada cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Nicolas Sarkozy’ nin çocukken dondurma ve çilek satarak hayatını kazanmış; Almanya’nın eski Başbakanı Gerhard Schröder de babasının ölümü üzerine beş kardeşli ailesini geçindirmek üzere çeşitli dükkanlarda satıcı olarak çalışmış. Çocukken simitçilik yaptım diyen CHP lideri Deniz Baykal ise, simit satmadan başka tamirci çıraklığı, ambar puantörlüğü ve nakliyecilikte çalışmış. Çocukluğunun bir dönemini kimsesizler yurdunda geçirmek Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e başkanlık yolunu açmış.
Memur-Sen ve liderlik geleneğinin somut bir örneğini “ 1 Mayıs Emek, Dayanışma, Kardeşlik ve Medeniyet Buluşması”nda Diyarbakır’da yaşadık. Çünkü Memur-Sen, bir emek örgütü olmanın yanında bir değerler sendikacılığı yapmak için yola çıkmıştır; aynı zamanda tek tipçi, milliyetçi- ulusalcı bir toplum oluşturmak adına bütün değerleri yasaklanmış bir kesimin temsilcisidir. Başka bir söyleyişle, “ yasaklanmış, mağdur edilmiş, çaresiz ve utanç içinde bırakılmış olmanın ne demek olduğunu bilen bir neslin mirasını devralmıştır. Bu yüzden salonlarımızda, meydanlarımızda, en çok duyduğumuz ve bizi en çok heyecanlandıran dizeler, “Kırılır da birgün bütün dişliler,/ Döner şanlı şanlı çarkımız bizim./ Gökten bir el yaşlı gözleri siler./ Şenlenir evimiz barkımız bizim./…/ Kurtulur dil,tarih,ahlâk ve iman./ Görürler nasılmış neymiş kahraman. “ olmuştur. Veya, “Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,/Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!/Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;/Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!/Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;”gibi içinde yaşanan zorbalıkları anlatan ve geleceğe dair ödevler veren dizeler olmuştur.
Kürt kardeşlerimizin yaşadıkları travmalar hem hem kürt- hem de inançlı olmalarıyla daha da katlanmıştır. Onlarda yaşadıkları zorbalıkların içselleştirilmiş görüntülerini hem kendi benliklerine hem de gelecek kuşaktan çocukların “kendilik duygularına depoladılar. Bu içselleştirme ve paylaşım gençlere - çocuklara belli ödevler de verir: çaresizlik utanç ve aşağılanmışlığı tersine çevir, edilenliği etkinlik, ve girişkenliğe dönüştür” gibi. Bu bölgede görev yapan herkes bir büyütece bile gerek duymadan insanların benliklerine sinmiş bu gerçeği görebilirdi.
Eğer AK Parti ve lider sorumluluk almasaydı, yaşatılmış bütün zorbalıkların yanında yaşanacak acılarla ilgili sonraki kuşağa taşınmaya devam edecek, bireyler arasında görünmez bağ¬lar oluşturmaya devam edecektir. Dolayısıyla miras alınan travmalar ve ödevleri yerine getirme¬ye yetecek politik, ekonomik veya fiziki gücü yoksa, tamamlanamamış ödevleri bir sonraki kuşağın çocuklarına iletmek zorunda kalacaklardı. Aradan onlarca hatta atta yüzlerce yıl geçtikten sonra, geniş grup, bilinçdışı olarak atalarını travmaya uğratmış olayın zihinsel temsilini çağdaş geniş grup kimliklerinde önemli bir unsur olarak görmeyi seçeceklerdi. Kaçış yoktu, seçilmiş travmalar, “biz” hakim rengi olmaya devam edecekti.
Biz diyarbakır’da, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramı’nı, kardeşliğimizin pekişmesi, çözüm sürecinin milletimizin iradesi doğrultusunda sonuçlanması ve kadim medeniyetimizin yeniden inşası için “Emek, Dayanışma, Kardeşlik ve Medeniyet Buluşması” temasıyla Diyarbakır’da kutlamanın mutluluğunu yaşıyoruz.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışıyla; temel hak ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğünü, katılımcı demokrasiyi ve insan onurunu esas alan, emeği değerli kılan, hiç kimseyi ötekileştirmeyen demokratik sosyal hukuk devletini önemsiyoruz.
Birlik ve beraberliğimizi; farklılıklarımızı ortak zenginliğimiz kabul ederek özgür birey ve eşit vatandaşlık temelinde daha da kuvvetlendireceğiz.” dedik.
Biz memur-sen olarak biliyoruz ki, “haklı olmak başlı başına kullanışlı bir ideolojidir”. Bir lider de isterse bu “haklılık ideolojisi”yle her zaman taraftar toplayabilir. Geniş grubun kimliği tehdit altına girdiğinde yeni politik programları devreye sokmak ve/ veya bu ideolojinin desteklediği yeni eylemlere kalkışmak üzere bu haklılık ideolojisini kendi çıkarlarını kullanabilirler. Abartılı haklılık, grubun arzuladığı şeye sahip olmaya hakkı olduğunu ve bunun ötekilerle çatışmaya girme nedeni olduğunu savunmakta güçlük çekmez.Dahası toplum yaşananları şarkılar, şiirler resimler, ve diğer sanat biçimleri aracılığı ile destanlaştırabilir; günümüz iletişim araçlarıyla da bütün yasakları aşabilir. En korkulacak şeylerden biri de “ haklı öfke”lerdir.
Aslına bakarsanız, insanların ruh dünyalarına bakamayan köşe yazarlarının bölgeye yapılan 37 milyarlık yatırım, melelerin istihdamı, Dersim olayları nedeniyle devlet adına özür dilenmesi, sigortalı olarak çalışanların sayısında ise yüzde 100’ün üzerinde artış, 40 bin yeni derslik, 6 bin öğrenci kapasiteli 17 yurt, Güneydoğu Anadolu’ya ise 32 yeni hastane, 17 blok, 115 sağlık ocağı inşa edilmesi, Kürtçe televizyon yayını, vb. sıralayıp Ak Parti’nin 30 Mart yerel yönetim seçimlerinin sonuçlarıyla ilgili hayal kırıklıklarını daha iyi anlayabiliyoruz.
Büyük Memur-Sen ailesi olarak gibi, “Milletimizin, 17 Aralık küresel operasyonunda olduğu gibi vesayetin her türlüsünü tasfiye etmek konusundaki kararlılığını destekliyoruz. Özgürlükçü, katılımcı, sivil, demokratik, insan onuruna dayanan ve demokratik sosyal hukuk devletini var edecek Yeni Anayasa’nın, milletimizin vazgeçilmez talebi olduğunu bir kez daha hatırlatıyoruz. Büyük ve Yeni Türkiye hedefinde milletimizle birlikte yol almaktan, dünyada zulmün bitmesi adına mazluma destek olmaktan, zalime ve zulme karşı çıkmaktan, sömürü düzenine direnmekten vazgeçmeyeceğimizin bilinmesini istiyoruz. Emperyalizm, kapitalizm ve Siyonizmin dünyayı hapsetmek istediği kan, zulüm ve sömürü düzeninin “önce insan” ve “mutlaka insan onuru” diyenlerin elbirliğiyle yıkılacağına inanıyoruz.
Yazımı yüreklerde uzun süre silinmeyecek olan Soma faciası ile sonlandırmak istiyorum. Memur-Sen olarak olayı ilk duyduğumuz andan itibaren tüm teşkilat kollarımızla birlikte içinde olmaya gayret ettik. 301 madencinin yaşamını yitirdiği bu vahim madem faciasında henüz bilgilerin teyit edilmediği, ortaya atılan iddiaların delillendirilmediği gibi durumları göz önünde bulundurarak attığımız her adımda dikkatli olmaya özen gösterdik. Türkiye’de bu tür kazaların bir daha yaşanmaması için bu olaydan ders çıkarılması gerektiğini defaatle gündemde tutulması için irademizi ortaya koyacağız. Maden faciasında şehit olan vatandaşlarımızın ailelerine gereken özen ve hassasiyetin her daim canlı tutulmasında aktif görev alacağız. Maden faciasında vefat eden şehitlerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine baş sağlığı diliyorum. Kazadan yaralı kurtulan maden işçilerimize de geçmiş olsun dileklerimle birlikte umarım bir daha böyle bir facia ile ülkemiz karşılaşmaması temennisinde bulunuyorum.