KONFEDERASYON HABERLERİ

MEMUR-SEN GENEL BAŞKANI GÜNDOĞDU, İL TEMSİLCİLERİ TOPLANTISINDA ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR YAPTI
Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, Nevşehir-Kozaklı`da düzenlenen Memur-Sen İl Temsilcileri Toplantısı`nın açılışında konuştu. Gündoğdu`nun konuşmasının tamamı:
YENİ BİR DÖNEME GİRDİĞİMİZİN İLANIDIR
Büyük başarıların ardından hep şöyle sözler duyarız: Her şey bir düşle bir hayalle başladı, ilkin küçük bir adım attık sonrası geldi. Elbette bir düşle başladı derken içinde bir sürü araştırmanın, ihtimalin, yeniden tanımlamanın, yer aldığı bir düşten söz ediliyor.
Bize de bu büyük başarıyı getiren düşlerdi. Bizim düşlerimizi de ilkin onlar dile getirdiler. Biz onların dizelerinde, coşkulu bir yüreği, engel tanımayan bir aklı, köklerini tarihin derinlerine salmış bir çınarın şarkısını duyduk:
Necip Fazıl,
``Kırılır da bir gün tüm dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz barkımız bizim`` diyerek
Sezai Karakoç,
``Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
Meyveler sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak;
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak`` diyerek
Kurucu ve ebedî genel başkanımız M. Akif İnan
Kurtuluş haberi olsun dünyaya
Ayırma üstümden bir an gölgeni
Her eylem yeniden diriltir beniNehirler düşlerim göl kenarında. diyerek geleceği müjdelediler.
Bu erdem dolu gönüller biliyordu, biz biliyorduk ama başkaları bilmiyordu. Şimdi bilenler çoğaldı. Bugün buraya içtenlikle gelen siz güzel insanlar, siz geldiğimiz noktanın, taşıdığımız misyonun bugün bu ülkede ne anlam ifade ettiğini Sevan Nişanyan özetle şöyle özetliyor:
Kemalist düşünce; sol ve ``ilerici`` kisvelerini tamamen terk ederek, toplumsal değişimlerden kuşku duyan, milliyetçi, otoriter, askerci, batı düşmanı bir tepki ideolojisine dönüştü, daha sonra Kızılelma ittifakında yerini aldı.
Türkiye`de potansiyel tehdidin konusu değişmiştir. Geçmişte geleneksel değerlere bağlı hareketler, küresel dünyanın, özgürlükçü demokrasinin başlıca temsilcisi olarak ortaya çıkmıştır.
Başka bir deyişle: Tehdit gibi gördüğümüz hareketler, bugün bu ülkede özgürlüğün teminatıdır. Adlarının önüne ilerici, modern, çağdaş kavramları getirerek topluma öncülük ettiğini iddia edenler gerçekte gericidir, demokrasi ve insan hakları düşmanıdır.
Değerli dostlar,
Vurguncular, soyguncular, darbe severler, halk düşmanları uykularında yakalandılar. Biz düşlerimizin büyüklüğü oranında enerji bulduk. Yaşadığımızı, var olduğumuzu bize duyuran düşlerimizin, düşüncelerimizin, duygularımızın yaydığı enerjiyle yollara düştük. Bugün geldiğimiz yeri hep bu görünmeyen yol göstericilerimize borçluyuz.
Yaşadığımız ve herkesten çok sevdiğimiz bu ülkede, bizim payımıza düşen, kendi halkına işgalci vali gibi davranan bürokratların, medya patronlarının, kapitalistlerin masalarından arta kalanlar olmamalıydı. Biz bu ülkede bu çeteleşmiş simsarların izin verdikleri kadar ve izin verdikleri bir biçimde yaşamayacak kadar onurluyuz.
Şairin dizeleriyle,
Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya. Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
Dostlar,
Parya değildik ve insan onuruna yakışan bir hayat istedik. Bunun için evet, dedik ve yeni bir hayatı düşleyebilme cesaretini gösterdik. En insani isteklerimizin ruhumuzu tutuşturmasına izin verdik. Sahici bir coşkuyla yola çıktık, sayısız eylemler gerçekleştirdik. Türkiye`nin her ilinde, her ilçesinde, her kurumunda seslerimiz yankılandı. Kimi zaman ümitsizlik kapladı içimizi, kimi zaman hiç beklemediğimiz bir yönden gelen ``ben de geliyorum`` sözü içimizdeki bulutları dağıtmaya yetti. Her günü daha iyiye, daha güzele, daha anlamlıya ulaşmak için bir fırsat olarak gördük.
Düşüncelerimiz, ideallerimiz yön duygumuzu hiç yitirmeden yürümemizi sağladı. Düşlerimiz uykularımızı kaçırdı, sabahları erkenden uyandırdı, gündüz düşleri gördürdü. Onlar ki bizi biz yapan değerlerdi, var oluşumuza sahip çıkar gibi onlara sahip çıktık.
Dostlar,
Bugün gerçekleşen düşlerimizin mutluluğunu elbette yaşayacağız ancak gidilecek daha çok yolumuz olduğunu unutmadan. Bugüne kadar verdiğimiz sözleri yerine getirdik. Dün, ondan önceki gün, istenirse ta bezm-i elest`e götürülsün. Hep sözümüzde durduk, durmaya devam edeceğiz. Ve Aldığımız her emanetin hakkını vermeye çalıştık.
Dostlar,
Bizim için tarihin artık başka türlü yazıldığı günleri yaşıyoruz. Kuruluşumuzun 14. yılında MEMUR- SEN ailesi olarak, 376 bin 355 üyemizle yetkili konfederasyonuz. Bu başarıda emeği geçen herkesi kutluyor ve teşekkür ediyorum. Bu sonucun başka bir anlamı da örgütlü mücadelede bize katılın, insan onuruna yaraşır hayatı birlikte kurabiliriz, emeğimizi ve ekmeğimizi birlikte yüceltebiliriz!`` çağrımızın yüz binlerin akıllarında ve vicdanlarında karşılık bulmasının tescilidir. Emek veren, mücadelemize katılan herkese en içten şükranlarımı sunuyorum. Bu konuda konuşulacak çok şey var, ancak aldığımız bu sonucu ve mücadelemizi daha da anlamlı kılan yaşadığımız ülkenin yapısıdır ki ona dair kimi gerçekleri bir kez daha hatırlatmayı faydalı buluyorum.
Dostlar, artık bu ülke için günler başka türlü geçmeye başladı.
Tek parti döneminin pratiğinden beslenen bir dönemin sonuna geliyoruz. Bu dönemin en karakteristik, en belirleyici özelliği hayatın ve hakikatin merkezinde kendilerini gören sivil-asker bürokratların bulunmasıdır. Başka bir deyişle bürokrasinin egemenliğidir. Bürokrasi devlet dairelerinin gücünü, iktidarını ve hâkimiyetini ifade eden bir terimdir. Başka bir deyişle muktedirlerin ideolojisidir. Batılı bir araştırmacı aynen şöyle diyor: Her ordu aslî işlevlerini dışarıdan gelecek müdahalelere karşı korur. Siyasi özerklik ise hem ideoloji hem de davranış boyutu içerir; ordunun siyasi özerkliği, kurumsal sınırları aşan bir saldırı stratejisi olup, sivil egemenliğe karşı tahammülsüzlüğü hatta direnmeyi temsil eder. Böyle rejimlerle yönetilen bir ülkelerde, birden çok partinin bulunması, seçimlerin yapılması görüntüyü kurtarmaktan öte bir anlam taşımaz.
Bizim çok partili hayata geçişimizin de bu anlamda başka bir hikâyesi var. İkinci Dünya Savaşında Nazizm ve Faşizm`in yenilmesi, dünyada demokrasinin zaferi gibi algılandı. Ve biz de de çok partili hayata geçildi. Yani halkın tek parti yönetimine karşı geliştirdiği mücadele ile bu hak kazanılmadı. Sonrasını biliyorsunuz, az da olsa halk iradesinin yansıdığı bu yönetim biçimine muktedirler ancak on yıl gibi kısa bir süre tahammül edebildiler. Daha sonraları, Rahmetli Özal`ın çabaları… Ve AK Parti iktidarında yaşananlar... Onlar yasaların kendilerine tanıdığı imkânları sonuna kadar kullanamamalarına rağmen, yaptıkları vesayetçi bürokrasiyi çılgına çevirmeye yetti.
Çünkü mevcut yönetim biçiminin demokrasiye doğru evrim geçirdiğini gördüler. İnsanımız, kendisi için gerekli olanlara kendisinin karar verdiği, kendi çıkarlarını yine kendisinin tanımladığı bir yönetim biçimi istiyordu. Bunu da değişik biçimlerde ortaya koydu. Millet, kendisi hakkında sürekli kararlar alan ama aldığı kararlar yanlış çıktığında, görevinden alamadığı bürokratlar egemenliğinde yaşamak istemiyor.
Dostlar yeni bir dönemdeyiz,
Halkımız ilk defa, kendi bürokratlarının emir ve tavsiyelerine uymakla mükellef olmadığını bilmekle kalmadı, bunu bir irade biçiminde ortaya koydu. İlk defa silahlı, silahsız, yüksek ya da alçak olsun kendi bürokratının görüşlerini paylaşmadığında vatan haini olmayacağını yüksek sesle dile getiriyor; ilk defa kendini korkutmaya, sindirmeye çalışmayan bir basının olabileceğini gördü. İlk defa maaşını devletten almayan bir aydın sınıf, devletten beslenmeyen bir tüccar sınıf ortaya çıktı. Halkımız, artık kendisini anlamaktan aciz, bu topluma önder ve öncü olma yeteneklerini kaybetmiş bir sınıfın kendine layık gördüğü bu çağdışı yönetim biçimine daha fazla katlanmak istememektedir. Memurlar ilk defa kendilerinden yana olan gerçekten sivil sendikalarla tanıştı.
Evet, yeni bir dönemdeyiz
Anayasa Mahkemesi`nin 367 kararı bir skandaldı; başörtüsü kararı da akla ziyan bir yorumdu ve bütün bunlar kurulmaya çalışılan "yargı vesayeti"ni bir ölçüde deşifre etmişti; ama hiçbiri Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu`nun Ergenekon savcılarının ayağını kaydırıp davayı engellemek, JİTEM`ci canilerin yargılanmasını önlemek için canını dişine takıp direnmesi kadar deşifre etmemişti vesayetçi yargıyı.
Özgürlük düşmanı bürokrasi büyük bir hızla güç kaybediyor; güç kaybettikçe çatlıyor, parçalanıyor.Karanlık yönetim biçiminin bütün dayanakları birer birer çöküyor, vesayetçi yönetim anlayışı dikiş tutmuyor, geri çekilip yeni direniş hatlarında kurdukları her barikat anında çöküyor, ne askeri yargı var koruyucu kanatları altına saklanabilecekleri, ne GATA ne Adli Tıp ne YÖK ne HSYK ne de sözde sivil toplum kuruluşları…
Yeni bir dönemdeyiz,
Bugüne kadar bu oligarşik yönetim biçimine direnebilecek ekonomik güce, sosyal ayrıcalıklara, örgütsel büyüklüğe sahip olanlar egemenlerin iktidarıyla hep iyi ilişkiler kurdular ve karşılığını aldılar. Artık inançları, inandırıcılıkları yıpranmış, vicdani, ahlaki, entelektüel dayanaklarını yitirmiş bu sınıflar ve temsil ettikleri zihniyet pek çok insana sakat ve yetersiz görünmeye başlamıştır. Kendisini bürokrasinin egemen diline göre ayarlamış her dil, her oluşum bütün dünyada olduğu gibi bizde de artık miadını doldurmuştur.
Bugüne kadar hep yazılıp çizildi. AK Parti iktidarının en büyük yanlışı, kendini zorlayan siyasi rakibi olmadığından reform faaliyetlerini gerçekleştirirken biraz uzlaşıp, biraz itişerek ama kendini riske atmadan yol alabileceğini sanması olmuştur. Bugün gerek asker gerekse sivil bürokrasi içinde mevcut durumdan nemalanan çıkar çevreleri karşı hamleler geliştirirken, iktidarın duraklaması kendisi için büyük bir yanlış, karşı taraf için ise bulunmaz fırsat olmuştur. Oysa milletimizin talepleri ve buna ilişkin AB müktesebatı, saklı gizli değil, herkesin bildiği demokratik dönüşüm hedeflerini içermekteydi. İktidar kamu yönetimi reformu, yargı reformu ve yeni anayasa gibi alanlarda atacağı köklü yenilenme adımlarıyla yalnız reform sürecini kesmek isteyenlerin direncini kırmakla kalmaz, demokratikleşme sürecine de hız kazandırmış olurdu.
Böyle bir süreçte çatışma kaçınılmazdı. Peki değişimden yana olanlar böyle bir çatışmaya hazırlıklı mıydı? Hayır. Her şeyden önce Cumhuriyet Türkiye`sinde sivil toplumun reformlar için mücadele deneyimi yoktu ya da yok denecek kadar azdı; dolayısıyla değişimden yana olanların bu boyutta bir çatışmaya hazırlıklı olmaları beklenemezdi. AK Parti`nin reform sürecindeki yanlışları da bu nedenle anlaşılamaz değildi. Şimdi ne olacak? Bürokrasi cephesi, reform sürecini yavaşlatanların yanlışlarından yararlanıyor. Eğer yargıçlar üzerinden sürdürdükleri mücadelede başarılı olabilirlerse, demokratikleşme sürecinde ciddi gedikler açabilirler, en azından bir moral üstünlük kazanabilirler. Şunu herkes açıkça görmeli:Bundan sonra demokrasi yanlıların yanlış yapma lüksleri yok.
Peki, bunlar yaşanırken biz ne yaptık?
Kamu sendikalcığında yeni bir dönemi başlattık. Bunu yaparken şu gerçeği çok iyi biliyorduk: Toplum da insan da birbiriyle çelişen, ancak anlaşılabilir güçlerin karışımıdır; insanı ve toplumu anlamak ve onlar için bir öngörüde bulunabilmek için bu güçlerin özelliklerinin, eğilimlerinin ve istikametlerinin doğru çözümlenmesi son derece önemlidir. Toplumların zihniyeti, sosyolojik, iktisadi bünyesi, onlar için gerçekliğin ta kendisidir. Bu nedenle toplumu, toplumsal olayları, hâkim zihniyeti, ekonomiyi doğru analiz eden, analiz sonuçlarını samimi duygularıyla birleştiren, sonra da bütün bunları bir sistem haline getirerek eyleme geçen insanları hiçbir güç durduramaz. Aslında ``bilgi güçtür sözünün hikmeti de burada saklıdır. Bu yüzden bilgi ve hikmetin yitik malımız olduğunu bilerek hareket ettik. Başka bir söyleyişle dönüşmenin ve dönüştürmenin esası, kilit noktası ``fark etmek ve fark ettirmekten geçtiğini bilerek yola çıktık.
Ebedi Genel Başkanımız Akif İnan`ın önderliğinde, 14 Şubat 1992`de Eğitim-Bir-Sen`le başlayan yürüyüşümüze, Bem-Bir-Sen, Birlik Haber- Sen, Sağlık-Sen, Büro-Memur-Sen, Diyanet-Sen, Enerji-Bir-Sen, Ulaştırma- Memur-Sen, Toç-Bir-Sen, Bayındır- Memur-Sen, Kültür- Memur- Sen katıldı. ``BİZ BÜYÜK BİR AİLEYİZ, SEN YOKSAN BİR EKSİĞİZ`` anlayışıyla 9 Haziran 1995`te MEMUR-SEN, kuruldu ve hep birlikte on dört yıllık bir mücadelenin sonunda yetkili konfederasyon haline getirdik.
Bugüne kadar Birlik ve beraberliğimizden ödün vermeden, yapıcı, inşacı ve ihyacı sendikacılık anlayışıyla hareket ettik. Modern dünyadaki gelişmelere kayıtsız kalmadan yerli bir duruş sergiledik. Şunu öncelikle söyledik: Siyasal seçenekleri ne olursa olsun, bütün meslektaşlarımızın yığınla ortak sorunları ve beklentileri var, biz öncelikle bunlara odaklanmalıyız. Biliyoruz ki üyelerinin ortak sorunlarına/ gereksinimlerine öncelik tanımayan hiçbir örgütlenme başarılı olamaz. Bu anlayışla bir yandan üyelerimizin karşılaştıkları bireysel sorunları çözerken, diğer yandan ortak sorunlarımız için çözüm ürettik, mücadele ettik. Bugüne kadar kamu çalışanlarının mali, idari, ve sosyal kazanımlarında en fazla çaba harcayan biz olduk. Bir araya geldiğimizde yaşayışımızı doğrudan etkileyen sorunlarımızı birlikte çözebileceğimizi her defasında kanıtladık.
Bugüne kadar elde ettiğimiz mali, idari ve sosyal kazanımların yanında geliştirdiğimiz: Ön yargıları yenme, farklı düşüncelere ilgi gösterme, bilgi toplama, strateji geliştirme, demokratik katılım ve karar alma, kişisel sorumluluk alma, grup içinde rol alma, grup dinamiklerini geliştirme, yaşadığı toplum- ülke- dünya sorunlarına duyarlılık, cesaret-kararlılık- adanmışlık gibi hasletlerimiz hep işbaşında oldu. Ve olmaya devam edecek.
Üyemiz olsun olmasın her insanı önemsedik. Örgütlü mücadelenin belirleyicisinin insan olduğunu hiçbir zaman unutmadık. Çünkü örgütlerin büyümesinde, gelişmesinde, etkin olmasında, şüphesiz en önemli bileşen, insan varlığıdır; onun var olan ve gelişebilecek bilgileri, becerileri ve tutumlarıdır. İnsan odağımızı asla yitirmedik, yitirmemeliyiz. Çünkü insan pek çok alanda olduğu gibi örgütlü mücadelenin öznesidir. İnsanı göz ardı eden her girişim başarısız olmaya mahkûmdur.
Eylemlerimizi, ufkumuzu sadece yaşadığımız dönemle ve coğrafyayla sınırlamadık Kimliğine bakmaksızın zulme maruz kalan her insanın yanında olduk. Filistin`den, Bosna`ya, Çeçenistan`a, Doğu Türkistan`a, Irak`a, Afganistan`a, Pakistan`a… nerede bir zulüm varsa bütün gücümüzle zalimlerin karşısında olduk.
Ayaklanmacı bürokratik oligarşi ve onların işbirlikçisi çıkar grupları tarafından kurulmuş bu düzenin değişmesi, daha özgür daha demokratik, daha müreffeh bir Türkiye`nin biz olmadan gerçekleşmeyeceğini bilerek hareket ettik. Faşist Almanya ve İtalya`dan devşirilmiş tahakküm etme, topluma diz çöktürme, halkı esir alma stratejilerinin, devlet geleneği adı altında insanımızı tutsak etmesine, yönetmesine karşı mücadele ettik, etmeyi sürdüreceğiz.
Başka bir söyleyişle aklımızı yok sayan, insanlığın birikimlerini görmezden gelen; modern dünyanın geldiği özgürlükçü- katılımcı demokrasiyi kendi halkına çok gören; bu çağ dışı darbe mantığının, hukuk, anayasa, kanun yönetmelik, protokol gibi kavramların hiçbir sınıfın çıkarı için kullanılamayacağını her platformda dile getirdik.Her anayasal kurumun, evrensel ilkeler doğrultusunda, kendi doğal sınırlarına çekilmesinin diğer aktörlerle birlikte bize bağlı olduğunu bilerek hareket ettik.
Dostlar,
Yüzlerce yıl birlikte yaşama kültürü geliştirmeyi başarmış bu millet, ne yazık ki kendilerini devletin sahibi gören sınıflar marifetiyle türlü kamplara ayrılarak, birbirine karşı mevzi almaya zorlanmıştır. Yeniden yaşanabilir bir ülke inşa etmek, ancak sivil toplum ve sivil örgütlerin arasından zorba güçlerin çekilmesiyle mümkün olacaktır. Ancak biz, böyle bir iklimin hayat bulmasına öncülük edebiliriz, taşıdığımız değerlerle ülkenin her yöresine biz ulaşabiliriz. Biz bu bilinçle hareket ettik, Türkiye`de hiçbir örgüt bizim kadar ülkenin tamamını temsil edebilecek, birbirini içtenlikle seven insanları bir araya getirememiştir. İddia ediyorum, içi boşalmış ırkçı yapılanmalar toplum dışı, marjinal unsurlar olmaktan kurtulamayacaklardır. Biz, taşıdığımız evrensel değerlerle daha da güçleneceğiz, devraldığımız mirası gelecek kuşaklara emanet ederken yüklendiğimiz görevleri hakkıyla yerine getirmiş olmanın kıvancını yaşayacağız.
Bu ülkede, her insanın kendi hayatıyla ilgili nihai tercihlerde bulunma hakkı olduğunu biz savunduk. Çünkü özgürlük, her insanın başkalarının müdahalesi olmadan kendi geleceğini belirleme hakkıdır. Başkalarının haklarına müdahale etmediği sürece insanlar kendi hayatlarını nasıl yaşayacaklarına kendileri karar vermelidir. Nerede yaşayacağına, nerede çalışacağına, neye inanacağına karar verme herkesin kendine aittir. Herkes, kendi tercihlerini, ahlaki değerlerini, hayattaki amaçlarını, dolayısıyla çıkarlarının neler olduğu bilgisine kendisi sahiptir. Biz, yok sayılmaya çalışılan, insanların ``kendileri olabilme`` haklarını savunan güçlü bir sivil toplum örgütü olarak tarihteki yerimizi aldık.
Memur-Sen`in yetkili konfederasyon olmasıyla ülkemiz kamu görevlileri sendikacılığı açısından yeni bir dönem başlamıştır. Bu yeni dönemde de, ücret, toplu sözleşme ve özlük hakları yanında özgürleşme ve demokratikleşme konusundaki taleplerimizi de aynı kararlılıkla dile getirmeye devam edeceğiz. Biliyoruz ki, demokrasi ve özgürlüklerden yoksun bir zeminde sendikal bilincin gelişmesi ve sendikal yöntemlerle hak aranması mümkün değildir.
Yakın bir tarihte başlayacak ve kamu görevlilerinin sözcüsü olarak doğru bir şekilde yönetmek sorumluğunda olduğumuz bu yılki ``Toplu Görüşme Süreci``, başta kamu görevlileri olmak üzere kamuoyunun bütün dikkatinin Memur-Sen üzerinde odaklanacağı bir süreç olarak gerçekleşecek. Toplu görüşmenin sonuçları, 1.017.072`si sendika üyesi iki milyonu aşan kamu görevlisini, aileleriyle birlikte dikkate alındığında 10 milyonu aşkın insanı doğrudan ilgilendiriyor. Başta üyelerimiz olmak üzere kamu çalışanlarının ortak hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek sorumluluğunu her zamankinden daha fazla hissediyoruz. Toplu görüşmeyi, ``toplu sözleşme hakkı`` fiilen var dedirtecek kazanımlar silsilesiyle ve önümüzdeki yıl toplu sözleşme imzalamamızı sağlayacak bir sonuçla tamamlamak için var gücümüzle çalışacağız.
2008 toplu görüşmelerinde Memur-Sen olarak, toplu sözleşme ve grev hakkı yoksunluğuna ve yetkili konfederasyon olmamamıza rağmen, istenildiğinde ve kararlılık gösterildiğinde toplu görüşme masasından da kazanımlar elde edilebileceğini kanıtladık. Yetkili konfederasyon sıfatıyla görüşmelerin seyrini belirleme yetkisine sahip olduğumuz 2009 yılı toplu görüşmelerinde, kamu görevlilerinin beklenti ve taleplerini dile getirmek ve kazanıma dönüştürmek konusundaki becerimizi daha kolay sergileyeceğiz. Beklenti ve taleplerimizin karşılanmaması halinde örgütlenmeden ve emekten kaynaklanan sendikal gücünü tepkiye dönüştürmek konusunda Memur-Sen, aynı kulvardaki diğer konfederasyonların çok üstünde imkan ve kabiliyete sahiptir.
Bu inanç ve güvenle, 2009 toplu görüşmelerinin yeni kazanımlarla sonuçlanmasını sağlayacak taleplerimizi istişareyle belirlemek adına gerçekleştirdiğimiz bu toplantının kamu görevlilerine insan onuruna yaraşır bir hayat standardı sağlayacak mücadelenin başlangıcı olmasını diliyorum. Katılımınızdan ve katkılarınızdan dolayı şimdiden teşekkür ediyorum.
.