ARŞİV
MEMUR-SEN’DEN MUHTEŞEM DEMOKRASİ BULUŞMASI
Memur-Sen tarafından düzenlenen Uluslararası Demokrasi Kongresi, Ankara Rixos Otel’de yapıldı. Kongrenin açılışına başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Cemil Çiçek, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu,Ankara Valisi Kemal Önal ve çok sayıda davetli katıldı.
Memur-Sen Genel Başkanı Gündoğdu, kongrenin açılışında yaptığı konuşmada, konfederasyonlarının demokrasiyi toplumsal hayatın her alanına ayrı ayrı özgürlükler sağlayan bir yönetim biçimi olarak gördüğünü belirterek, kongreyi Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sağlamak amacıyla düzenlediklerini söyledi.
Çözüme odaklı girişimleriyle toplu sözleşmeyle elde edilebilecek türden kazanımlar üreterek toplu görüşme sürecini ve toplu görüşme masasını anlamlı hale getirmeye çalıştıklarını ifadoe eden Gündoğdu, toplu sözleşme ve grev hakkı taleplerindeki ısrarı ve kararlılığı sürdürdüklerini kaydetti.
Memur-Sen’in bağımsız ve halktan yana milletin ve milli iradenin tarafında olduğunu vurgulayan Gündoğdu, şunları söyledi:
“Memur-Sen, ilkeleri ve hedefleriyle ülkemizi, insanımızı ve insanlığı ilgilendiren her konuda ve olayda bizatihi taraftır. Türkiye Cumhuriyetinin kurtuluş, kuruluş ve var oluş temelini oluşturan “Egemenlik bila kayd-u şart milletindir” ilkesini önceleyen ve önemseyen bir sivil toplum örgütü olarak ülkemiz ve insanlarımız adına en önemli talebimiz, çağdaş demokrasinin bütün kuralları ve kurumları ile tam ve koşulsuz bir şekilde hayata geçirilmesidir. Bunun ön şartı ise, demokratikleşmeye dönük adımlarımızın sayısını ve hızını artıracak sivil idare ve irade ürünü yeni bir anayasaya sahip olmaktır.’’
* ASKERİ YARGI KARARI, DEMOKRATİKLEŞMEYE FRENDİR
Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanması düzenlemesinin Anayasa Mahmesi tarafından iptal edildiğini hatırlatan Gündoğdu, “Bu düzenlemeyi demokratikleşme ve sivilleşme adına son derece önemli görüyoruz. Düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi, demokratikleşme konusunda frene basanları bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Askeri mahkemelerin barış zamanında sivilleri yargılayamaması kadar önemli bulduğumuz bu düzenlemenin iptali, beklentilerin aksine demokratikleşme ve sivilleşme konusunda gelecek dönemde karşılaşacağımız engelleri bertaraf edecek motivasyonu üretmelidir.” Diye konuştu.
* KOMŞULARA KALDIRILAN VİZE, KAMU ÇALIŞANLARINDAN KALDIRILMADI
Hükümetin komşu ülkeler başta olmak üzere dış ilişkilerinin temelini oluşturan ‘sıfır problem’ stratejisini ve bu çerçevedeki uygulamalarını önemsediklerini ve takdir ettiklerini belirten Gündoğdu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Gerçektende dış politikada önemli bir başarı yakalanmıştır. Dış ilişkilerdeki bu başarılı çalışmayla, 57 ülkeyle karşılıklı olarak vize uygulaması kaldırıldı. İnşaallah, kamu görevlilerine toplu sözleşme, grev ve siyaset hakkı konusunda uygulanan vizelerin kaldırıldığını da göreceğiz. İşkence ve insanlık dışı muamelelere karşı ‘sıfır tolerans’ politikasındaki kararlılık da sevindiricidir. Bu kararlılıktan taviz verilmemelidir. Ayrımcılığın ve işkencenin önlenmesi çabalarını ve insan haklarıyla ilgili kurum ve kurulların oluşturulmasını önemsiyoruz.”
* DARBEYE TEŞEBBÜS EDENLER SANIK KÜRSÜSÜNDE
Demokratik hukuk devleti olmak adına kritik eşiklerden birinin aşıldığına inandığını belirten Gündoğdu, “Bu dava demokratikleymeyi engellemek isteyenler ile gerçekleştirmek isteyenleri belirlemekte turnosol kağıdı işlevi görmüştür. Bugün vardığımız nokta, darbeye teşebbüs edenlerin sanık kürsüsüne oturtulmasıdır. Türkiye’de, ilk kez bir darbe teşebbüsünü ve faillerini gün yüzüne çıkarma ve millet adına cezalandırma kararlılığı yaşanıyor’’ diye konuştu.
Gündoğdu, demokratikleşme konusunda gecikmeksizin atılması gereken adımlardan birinin de, Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu’nun siyasi partiler üzerinde tazyik oluşturan ‘parti kapatma’ hükümlerinde değişiklik yapılması olduğunu söyledi.
Toplumun tüm kesimlerinin etnik, kültürel ve dinsel farklılıkları tehdit olarak gören tekçi devlet mantığının benimsediği ‘tek tip yurttaş projesi’ uygulamalarından olumsuz etkilendiğiri kaydeden Gündoğdu, şunları söyledi:
“Açıktır ki; farklılıklarımızı tehdit olarak gören bu anlayış siyasal ve toplumsal yaşamımızdan tamamen sökülüp atılmadıkça yaralar sarılmayacak, öfkeler durulmayacaktır. Biz, başta terör olmak üzere çeteleşme ve diğer illegal faaliyetlerin de ilacının daha çok demokrasi, daha fazla özgürlük olduğuna inanıyoruz.”
* PARLAMENTER REJİMİ TEHDİT EDEN DARBE DÖNEMLERİ SONA ERMİŞTİR
Demokratik parlamenter rejimi askıya almaya yönelik her on yılda bir tekrarlanan darbe dönemlerinin sona erdiğini de söyleyen Gündoğdu, “Bu millet, artık gerekçesi ne olursa olsun, gerçekleştiricisi kim olursa olsun darbeye tevessül edenleri Devletin tepesinde değil Silivri Cezaevinin kodeslerinde ağırlamakta kararlıdır. Bu kararlılığın bizi getirdiği nokta, toplumu kuşatacak çağdaş ve sivil yeni bir Anayasa yapmaktır.” Şeklinde konuştu. Gündoğdu ayrıca, hazırladıkları ‘Yeni Anayasa Raporu’nun ayrıntılarını katılımcılara aktardı.
* ÖZGÜRLÜKLER, DEMOKRATİKLEŞME TESTİDİR
Düşünce ve Kanaat Hürriyeti ile Din ve Vicdan Özgürlüğü’nün Demokratik Hukuk Devleti testinde vazgeçilmez ölçme araçları olduğuna dikkat çeken Gündoğdu, bu iki temel hakkın düzenlenmesinde ve teminat altına alınmasındaki her eksikliğin devletler açısından “Demokrat”ik Devlet” sıfatını kullanma hakkını kaybetme sonucu doğurduğunu belirtti.
Başta Alevi açılımı olmak üzere, toplumun farklı kesimlerine yönelik diyalog sürecini desteklediklerini de kaydeden Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, oldukça geniş bir kitleyi ilgilendiren başörtüsü sorununun halen devam etmesini de kaygı verici bulduklarını ifade etti.
Kuran eğitiminde 12 yaş yasağının onuncu yılında bulunulduğunu da ifade eden Gündoğdu, bu sınırlamanın her türlü uluslararası sözleşmelere aykırı olduğuna dikkat çekti.
* TOPLU SÖZLEŞME VE GREV; ULUSLARARASI HUKUK GEREĞİ
Toplu sözleşme ve grev hakkı taleplerin uluslar arası hukukta yerinin olduğunu söyleyen Gündoğdu, örgütlenme, toplu sözleşme ve grev hakları konusunda iç hukukumuzun eksiklikleri ve uygulamada yaşanan sıkıntıların 2009 AB İlerleme Raporu’nda yer aldığına dikkat çekti. Ahmet Gündoğdu, evrensel hukuk ilkeleri, AB Sosyal Şartı, AB müktesebatı ve İLO kararları çerçevesinde kamu görevlilerine toplu sözleşme ve grev haklarını içeren yasal düzenlemenin bir an önce yapılması yönündeki beklentilerini dile getirdi.
* ÖZLENEN TÜRKİYE VE GELİNEN NOKTA
Bu ülkenin insanlarının kanun önünde eşitlik ilkesine sadık, kuvvetler ayrılığını, çatışma nedeni olmaktan çıkarmayı başarmış, ‘güçlü ve özgür birey’ idealini gerçekleştirmiş, laiklik ilkesini, özgürlüklerin teminatı olarak gören, idarenin de iradenin de sivillere ait olduğu, bağımsızlık kadar tarafsızlığı da önemseyen yargıya sahip, vatandaşlarına “Din ve vicdan hürriyetini” gerçek anlamıyla yaşatan, hem özgürlük hem güvenlik diyebilen bir Türkiye istediklerini söyleyen Gündoğdu, konuşmasının sonunda ise, gelinen noktayı şu şekilde özetledi:
"Dün, demokrasiyi savunan sivil toplum örgütleri yoktu, bugün var.
Dün, egemenlerin ezdiği millet vardı, bugün egemenliğin sahibi olduğunu bilen millet var,
Dün, silahlı kuvvetlerden talimat bekleyen siyasetçiler vardı, bugün orduya görevini hatırlatan siyaset var,
Dün, darbelere zemin hazırlamayı bilim adamlığı sayanlar vardı, bugün darbe savmayı onur sayan bilim adamları var,
Dün, militer güçlerden “Arkama Takıl” emri bekleyenler, bugünse demokrasi ve milli egemenlik için “Ortak Akıl” diyenler var,
Dün, taraftar olmaya zorlananlar vardı, bugün “taraf”ım demekten kaçınmayanlar var,
Dün “demokrasi nedir” diye soranlar varken bugün “tam ve koşulsuz demokrasi” isteyenler var,
Dün, darbeyi desteklediği için kutsananlar varken bugün darbeye yeltendiği için yargılananlar var.
Dün, darbecilerin gerdanında arzı endam eden beşi bir yerdeler vardı, bugün demokrasinin tek taşı olmayı hedefleyenler var,
Dün darbecileri takdir etmeye hazır basın tekeli vardı, bugün darbeye yeltenenleri teşhir edecek özgür basın organları var…"
MEMUR-SEN GENEL BAŞKANI AHMET GÜNDOĞDU'NUN KONUŞMASINI İZLEMEK İÇİN PLAY TUŞUNA BASINIZ
MEMUR-SEN GENEL BAŞKANI AHMET GÜNDOĞDU’NUN
‘ULUSLAR ARASI DEMOKRASİ KONGRESİ’NDE
YAPMIŞ OLDUĞU AÇILIŞ KONUŞMASI
-TAM METNİ-
(25.01.2010-P.azartesi-Rixos Grand Otel /ANKARA)
Sayın Başbakanım ve değerli konuklar;
Demokrasiyi toplumsal hayatın her alanına ayrı ayrı özgürlükler sağlayan bir yönetim biçimi olarak gören konfederasyonumuz Memur-Sen’in, ülkemizin demokratikleşmesine katkı sağlamak amacıyla düzenlediği “Uluslararası Demokrasi Kongresi”ne hoş geldiniz. Safalar getirdiniz.
Memur-Sen camiası olarak, temel hak ve özgürlüklerin ancak demokratik bir yönetim biçiminde hayat bulacağı gerçeğinden hareketle hep özgürlük ve demokrasiden yana taraf olduk, olmaya da devam ediyoruz. Bu soylu tercihi, temel misyonu ve vizyonu kabul eden Memur-Sen’in kuruluşunda ve Türkiye’nin en büyük memur konfederasyonu olmasında emeği geçenlere sizlerin huzurunda minnet ve şükranlarımı sunuyorum.
Bu noktada, Memur-Sen’in kuruluşuna, amaçlarına ve eylemlerine dair bir parantez açmanın yararlı olacağını düşünüyorum.
Şair-yazar, fikir ve düşünce adamı, milletimizin ona verdiği isimle “Kudüs Şairi” Mehmet Akif İNAN, 1992 yılında Eğitimciler Birliği Sendikası’nı kurarken Memur-Sen’in de temellerini atıyordu. Bu süreç sonunda 9 Haziran 1995’te Mehmet Akif İNAN’ın Genel Başkanlığında kurulan Memur-Sen; bugün 400 binlere yaklaşan üye sayısı ve “medeniyet, üslûp demektir” anlayışıyla akademik hizmet sendikacılığını sembolize ediyor.
Bu anlayışla milletin egemenliğini ve iradesini yok etmeyi marifet sayanların demokrasiyi askıya alma girişimlerini sonuçsuz bırakan “Ortak Akıl” mitinglerimizle, sivil toplum ve sendikal mücadele tarihinde yüz akı bir sayfa oluşturduk.
- Çözüme odaklı girişimlerimizle toplu sözleşmeyle elde edilebilecek türden kazanımlar üreterek toplu görüşme sürecini ve toplu görüşme masasını anlamlı hale getirmeye çalıştık. Yetinmedik, toplu sözleşme ve grev hakkı talebimizdeki ısrarımızı ve kararlılığımızı sürdürdük, sürdürüyoruz.
- İsrail’in Filistin’e ve Filistinli, Gazzeli kardeşlerimize uyguladığı vahşete karşı, toplumumuzu ve Birleşmiş Milletler dâhil uluslararası örgütleri aksiyoner hale getirmeyi başardık. “Akan Kan Durana Kadar, Her Yer Filistin Hepimiz Filistinliyiz” sloganıyla mitingler gerçekleştirdik. Öncülüğünü yaptığımız yardım kampanyalarıyla, dayanışma kültürümüze yeni bir soluk kazandırdık. Bu insani yaklaşımımızı, Uygur Türklerine yönelik Çin zulmüne karşı durarak da devam ettirdik.
“Ücret sendikacılığı” yerine “hizmet sendikacılığı”nı, “sorunlu sendikacılık” yerine çözüme paydaş “sorumlu sendikacılık” anlayışını benimseyerek sendikal örgütlenmeye ve sivil toplum kuruluşlarına eğreti bakanlara yeni bir tercih sunduk.
Değerli Konuklar,
Herkes şunu bilmelidir ki, Memur-Sen bağımsızdır fakat tarafsız değildir. Biz haktan yanayız, halktan yanayız, milletin ve milli iradenin tarafındayız. Memur-Sen, ilkeleri ve hedefleriyle ülkemizi, insanımızı ve insanlığı ilgilendiren her konuda ve olayda bizatihi taraftır.
Değerli Konuklar,
Türkiye Cumhuriyetinin kurtuluş, kuruluş ve var oluş temelini oluşturan “Egemenlik bila kayd-u şart milletindir” ilkesini önceleyen ve önemseyen bir sivil toplum örgütü olarak ülkemiz ve insanlarımız adına en önemli talebimiz, çağdaş demokrasinin bütün kuralları ve kurumları ile tam ve koşulsuz bir şekilde hayata geçirilmesidir. Bunun ön şartı ise, demokratikleşmeye dönük adımlarımızın sayısını ve hızını artıracak sivil idare ve irade ürünü yeni bir anayasaya sahip olmaktır.
Değerli Konuklar,
Demokratikleşme denince akla ilk gelen temel hak ve özgürlüklerdir. Bize göre, temel hak ve özgürlüklerin somut güvencelere sahip olması, varlıklarından daha az önemli değildir. Esasen güvencesi yoksa temel hak ve özgürlüklerin varlığından da söz edemezsiniz. Güvence mekanizmasında temel unsur ise hiç kuşkusuz, tarafsız ve tam bağımsız yargıdır. Temel hak ve özgürlükleri derinleştirmek ve genişletmek yerine sınırlamayı tercih eden yargı sistemi ve yüksek yargı organları söz konusu ise tuz kokmuş demektir. Bu yönüyle ülkemizin durumu sorulduğunda; bir önceki Genelkurmay Başkanı’nın çağrısını emir telakki eden Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun iddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Savcısı hakkında “meslekten ihraç” kararı verdiği aklıma geliyor ve tereddütsüz bir biçimde “henüz tuz kokmadı” diyemiyorum.
Danıştay’ın katsayı, YSK’nın seçim sandıklarında başörtülü müşahit bulunamayacağı, Anayasa Mahkemesi’nin 367 ve 411 milletvekilinin evet oyuna ve Anayasanın açık hükmüne rağmen yüksek öğretim kurumlarında başörtüsüne özgürlük sağlayacak Anayasa değişikliğinin iptaline ilişkin kararları, yargıç devleti riskini iliklerimize kadar hissetmemizi sağlarken, Danıştay’ın yürütme erkinin, Anayasa Mahkemesi’nin de yasama erkinin yerini almak isteğini gün yüzüne çıkardı. Oysa, bu ülkenin insanları, “polis devleti” de, “militer devlet” de, “jandarma devlet” de “yargıç devleti” de istemiyor, ancak ve sadece “Demokratik Hukuk Devleti” istiyor, bunu da fazlasıyla hak ediyor.
Değerli dostlar,
Demokratikleşme ve sivilleşme adına son derece önemli gördüğümüz, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanması düzenlemesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi, demokratikleşme konusunda frene basanları bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Askeri mahkemelerin barış zamanında sivilleri yargılayamaması kadar önemli bulduğumuz bu düzenlemenin iptali, beklentilerin aksine demokratikleşme ve sivilleşme konusunda gelecek dönemde karşılaşacağımız engelleri bertaraf edecek motivasyonu üretmelidir. Sivil-askeri yargının yetki ve görev alanının yeniden belirlenmesine dönük düzenlemelerle yetinmemeliyiz. Demokratik parlamenter rejimi kesintiye uğratacak askeri darbelerin yasal dayanağı olarak kullanılan 1961 tarihli Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ile İç Hizmet Yönetmeliği’nin Silahlı kuvvetlere “Cumhuriyeti kollama ve koruma görevi” veren hükümlerinin halen yürürlükte olması da, demokratikleşme açısından kabul edilemez. Diğer taraftan, AYIŞIĞI, SARIKIZ, KAFES, BALYOZ gibi darbe planlarına ve yapılanmalarına zemin teşkil eden 1997 tarihli EMASYA PROTOKOLÜ’nün halen varlığını sürdürmesi de anlaşılır değildir. Amasya Genelgesi’yle “Kuvay-ı Milliye” ruhunu harekete geçirerek “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.” diyen bu millet, iradesine EMASYA PROTOKOLÜ’yle ipotek konulmasını hak etmiyor. Demokratik Devlet sıfatıyla bağdaşmayan ve sınırlı bir demokrasiye sahip olduğumuzu tescilleyen bu protokolün varlığına derhal son verilmelidir.
Konuya yürütme ve yasama erkleri yönüyle baktığımızda da durum değişmiyor. Baraj yap, su sorununu çöz, yol yap, üretimi ve istihdamı artır, işsizlik sorununu çöz, kaliteli sağlık hizmeti sağla denilen yürütme ve yasama erklerine, sakın sistemi yeniden yapılandırmaya, Anayasayı değiştirmeye, yeni bir Anayasa yapmaya, yargı reformunu gerçekleştirmeye kalkışma deniyor. Bir başka ifadeyle, siyaset kurumuna sistemin ürettiği sorunları çözme görevi yüklenirken “sistem sorununu” çözme yasağı getiriliyor. Demokratik parlamenter rejimlerde, siyaset kurumu çözüm üretmek için vardır.
Değerli Dostlar,
Hükümetin komşu ülkeler başta olmak üzere dış ilişkilerinin temelini oluşturan “sıfır problem” stratejisini ve bu çerçevedeki uygulamalarını önemsiyoruz ve takdir ediyoruz. Gerçektende dış politikada önemli bir başarı yakalanmıştır. Dış ilişkilerdeki bu başarılı çalışmayla, 57 ülkeyle karşılıklı olarak vize uygulaması kaldırıldı. İnşaallah, kamu görevlilerine toplu sözleşme, grev ve siyaset hakkı konusunda uygulanan vizelerin kaldırıldığını da göreceğiz.
İşkence ve insanlık dışı muamelelere karşı “sıfır tolerans” politikasındaki kararlılık da sevindiricidir. Bu kararlılıktan taviz verilmemelidir. Ayrımcılığın ve işkencenin önlenmesi çabalarını ve insan haklarıyla ilgili kurum ve kurulların oluşturulmasını önemsiyoruz.
Değerli Konuklar,
Bu milleti 1960’dan itibaren klasik deyimiyle 10 yılda bir tokatlayanlar, darbe yapanlar, silahlı güçlerine dayalı olarak yönetime el koyanlar, milletin tankıyla milletin iradesine balans ayarı yapmaya çalışanlar, millete hesap vermemiştir. Ancak, kümesteki tavuğu çalanlar yargıya hesap verirken, milletin iradesini çalanların, çalmak isteyenlerin sanık kürsüsüne çıkarılmadığı dönemler artık geride kaldı. Bugün vardığımız nokta, darbeye teşebbüs edenlerin sanık kürsüsüne oturtulmasıdır. Türkiye’de, ilk kez bir darbe teşebbüsünü ve faillerini gün yüzüne çıkarma ve millet adına cezalandırma kararlılığı yaşanıyor. Bu vesileyle Memur-Sen camiasının, Ergenekon davasında ucu kime dokunursa dokunsun, kim olursa olsun sonuna kadar gidilmesi, darbe girişiminde bulunanlara hak ettikleri bedelin ödetilmesi talep ve beklentisini bir kez daha tekrar etmek istiyorum.
Değerli Konuklar,
Demokratik hukuk devleti olmak adına kritik eşiklerden birinin aşıldığına inanıyoruz. Darbeye teşebbüs edenleri yargılamak demokratikleşme konusundaki kararlılık açısından ne derece olumlu ise 80 ihtilalini gerçekleştirenlerin ve kararlarının yargılanmasını engelleyen mevcut Anayasanın Geçici 15 inci maddesinin halen yürürlükte olması da “demokratik hukuk devleti” algısı yönüyle o derece olumsuzdur. Bu ayıptan ivedilikle kurtulmak zorundayız.
Değerli Konuklar,
Demokratikleşme konusunda gecikmeksizin atılması gereken adımlardan biri, Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu’nun siyasi partiler üzerinde tazyik oluşturan “parti kapatma” hükümlerinde değişiklik yapmak olmalıdır. Memur-Sen olarak, Türkiye’nin parti mezarlığı olmasından rahatsızlık duyuyoruz. Bu çerçevede, kapatma davasının açılmasında ve karara bağlanmasında TBMM’ni sürece dahil edecek bir yöntem oluşturulmalı ve siyasi partilerin ancak şiddet ve terörü bir seçenek olarak benimsemiş ve uygulamış olmak şartıyla kapatılmasını öngören bir düzenleme hayata geçirilmelidir. Şiddet ve terör dışındaki fiillerde ise siyasi partilerin kapatılması yerine parti yöneticilerine ve üyelerine yönelik şahsi yaptırımlar devreye konulmalıdır.
Saygıdeğer Konuklar,
Toplumun tüm kesimleri, etnik, kültürel ve dinsel farklılıkları tehdit olarak gören tekçi devlet mantığının benimsediği “tek tip yurttaş projesi” uygulamalarından olumsuz etkilenmektedir. Açıktır ki; farklılıklarımızı tehdit olarak gören bu anlayış siyasal ve toplumsal yaşamımızdan tamamen sökülüp atılmadıkça yaralar sarılmayacak, öfkeler durulmayacaktır. Biz, başta terör olmak üzere çeteleşme ve diğer illegal faaliyetlerin de ilacının daha çok demokrasi, daha fazla özgürlük olduğuna inanıyoruz. Anadolu erenlerinin sözüyle söylemek gerekirse “72 millete bir gözle bakmayan medresede müderris olsa da Hak’ka asidir” ışığıyla, farklılıkların biz olmaya engel olmayacağı bir demokrasi zemini oluşturmak zorundayız. Unutmamalıyız ki, her birimiz farklı sorunlarla boğuşuyoruz ancak çözüm tek, farklılıklarımızı gerginlik değil zenginlik nedeni görebilen bir demokrasi kubbesi oluşturmak. Umuyoruz ki Demokrasi Kongremiz, bu kubbenin yapımına katkı sağlayacak hoş sadalar üretecektir.
Değerli Misafirler,
Demokratik parlamenter rejimi askıya almaya yönelik her on yılda bir tekrarlanan müdahaleler dönemi sona ermiştir. Bu millet, artık gerekçesi ne olursa olsun, gerçekleştiricisi kim olursa olsun darbeye tevessül edenleri Devletin tepesinde değil Silivri Cezaevinin kodeslerinde ağırlamakta kararlıdır. Bu kararlılığın bizi getirdiği nokta, toplumu kuşatacak çağdaş ve sivil yeni bir Anayasa yapmaktır.
Yeni bir Anayasa yapılması siyasi düşüncesi ne olursa olsun farklı toplum kesimlerinin ortak düşüncesi ve isteğidir. Bu nedenle, millet ve Devlet arasında duvarlar ören değil köprüler kuran bir Anayasa yazmanın ve yapmanın tam zamanıdır.
Değerli Misafirler,
Milletimizin bu beklentisini dile getirmek sorumluluğuyla “Yeni Anayasa Raporu” hazırlayarak kamuoyuyla paylaştık. Bu raporda da yer verdiğimiz Yeni Anayasa’ya ilişkin beklentilerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yeni Anayasa’da “Başlangıç” bölümü; Anayasanın özgürlükçü kimliğini, bireyleri özgürleştirme amacını, demokratik, şeffaf ve hesap verir devlet idealini seslendirmelidir.
Yeni Anayasa; egemenlik yetkisinin kayıtsız, şartsız ve sadece TBMM tarafından kullanılacağını açık bir dille ifade etmelidir.
Yeni Anayasa’da;
Devleti oluşturan erklerin, görev, yetki ve sorumlulukları yeniden düzenlenmeli,
Temel hak ve özgürlükler değil, sınırlamalar sınırlanmalı,
Eğitim Hakkı; “Fırsat ve İmkan Eşitliği” ile “Din Eğitimi ve Öğretimi”yle ilgili mevcut sorunları giderecek şekilde düzenlenmeli ve teminat altına alınmalı,
Toplu sözleşme ve grev hakkı, kamu görevlilerine de tanınmalı,
Vatandaşlık, ayrıştırıcı değil birleştirici bir dille tanımlanmalıdır.
Değerli Konuklar,
Kamu görevlilerine yönelik siyaset yasağını kaldırarak demokrasimizi topallıktan kurtaracak Yeni Anayasa;
Siyasi Parti kurmak ve kapatmak yetkisinin millette olduğunu kabul etmeli,
Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkilerini demokratik parlamenter rejimle uyumlu hale getirmeli,
İdarenin bütün eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunu açmalı,
YÖK’ün Anayasal kimliğine son vermeli,
Sivil-askeri yüksek yargı garabetine son vermeli ve yargının tarafsızlığını önceleyen yargı sistemini hayata geçirmeli,
Kendisini Anayasanın üstünde gören Anayasa Mahkemesi algısını sona erdirmelidir.
Bu niteliklere sahip Yeni Anayasanın yazılması ve yapılması için, kurucu meclis oluşturmaya gerek yok. Mevcut yasama organının yeni bir anayasa yapmak konusunda yetki sahibi olmadığı iddiaları anlamsızdır. Yeni anayasa konusunda toplumdan gelen baskıyı sindirmek için ortaya konan bu ve benzeri görüşlere itibar etmeksizin yeni anayasa yapma çalışmalarına bugünden başlamalı ve yarından önce bitirmeliyiz.
Değerli Dostlar,
Çağdaş demokrasilerde eğitim sistemini kurmak veya değiştirmek yetki ve görevi, siyaset kurumu ve eğitim bilimleriyle ilgilenen resmi ve sivil kuruluşlara aittir. Oysa, ülkemiz eğitim sisteminin yapısı, işleyişi ve kurgusunun, silahlı kuvvetler ve yüksek yargı organları başta olmak üzere eğitim alanıyla ilgisi olmayan kuruluşlar tarafından dizayn edildiğini görüyoruz. 28 Şubat süreciyle birlikte hayata geçirilen adaletsiz katsayı uygulaması, YÖK’ün katsayı adaletsizliğini gideren kararının bir baro tarafından açılan dava sonucunda Danıştay’ın iptal kararı göstermektedir ki, toplum mühendislerinin ellerini çekmeyecekleri alan eğitim alanıdır. Biz diyoruz ki, eğitime yönelik her kötü niyetli müdahale ve sınırlama, bu ülkenin geleceğine, gücüne ve büyüklüğüne vurulan darbedir. Bu ülkenin her ferdinin kendi istek ve kararı doğrultusunda istediği alan ve dalda orta ve yükseköğretim görme hakkına, tercihlerini dilediği anda ve şekilde değiştirme imkanına sahip olduğu bir eğitim sistemi ve organizasyonu, mutlaka hayat bulacaktır. Bunu engellemeye kimsenin gücü yetmeyecektir.
Değerli Konuklar,
“Düşünce ve Kanaat Hürriyeti” ile “Din ve Vicdan Özgürlüğü”, “Demokratik Hukuk Devleti” testinde vazgeçilmez ölçme araçlarıdır. Bu iki temel hakkın düzenlenmesinde ve teminat altına alınmasındaki her eksiklik devletler açısından “Demokrat”ik Devlet” sıfatını kullanma hakkını kaybetmek sonucunu doğurur.
Başta Alevi vatandaşlarımız olmak üzere Devletin kurumlarının ve üst düzey yetkililerinin toplumun farklı kesimlerine yönelik diyalog sürecini destekliyoruz. Ancak, oldukça geniş bir kitleyi ilgilendiren başörtüsü sorununun halen devam etmesini de kaygı verici buluyoruz. 1930’lu yıllarda kadın vatandaşlara seçme ve seçilme hakkı tanınırken 21 inci yüzyıl Türkiye’sinde; hukuki, siyasi veya sosyolojik haklı bir gerekçesi olmadan başörtülü kadınların ve genç kızların yüksek öğrenim görme ve çalışma hakkından yoksun bırakılmasını nasıl izah edeceğiz?
Değerli Konuklar,
Kuran eğitiminde 12 yaş sınırlamasının onuncu yılındayız. Yasak kelimesinin daha uygun olacağı bu sınırlama, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesine ve diğer uluslararası sözleşme ve belgelere aykırıdır. Bu yasak, küçüklerin velilerinin isteği, yetişkinlerin kendi istekleri ile dinlerini öğrenme ve yaşamalarının önündeki engellerin devletçe kaldırılacağını öngören mevcut Anayasanın 24 üncü maddesine de aykırıdır. Bireylerin inandıkları dini ve gereklerini öğrenmesini yasaklayan veya hangi yaştan itibaren öğrenebileceğini belirleyen bu düzenlemenin “Laik Devlet” tanımıyla da örtüşmediği açıktır. Etkili ve kalıcı öğrenme için en uygun yaşın 3-6 yaş aralığı olduğuna dair eğitim bilimi verilerine rağmen, Kuran öğrenme hakkının ancak 12 yaşında kullanılabileceğine ilişkin sınırlamaya, bilimsellikle gerekçelendirilmiş bir hukuki dayanak bulmak mümkün değildir. 3 yaşında bale kursu, piyano dersi almak mümkün ve muteber görülürken, ki biz de aynı fikirdeyiz. Kuran öğrenme yaşına sınırlama getirilmesi makul görülemez.
Değerli Dostlar,
Kamu görevlileri sendikalarının örgütlenme, toplu sözleşme ve grev hakkına ilişkin mevcut mevzuatımız, iç dinamiklerin beklentilerini karşılamaktan uzak olduğu gibi Avrupa Birliği müktesebatında yer alan kriterleri de karşılamamaktadır. Tam üyelik müzakere sürecinin “Sosyal Politika ve İstihdam” başlıklı 19. Faslının açılmasında ve hitamında ön koşulun, örgütlenme hakkına ilişkin sınırlamaların kaldırılması ve toplu sözleşme ve grev hakkında ilerleme kaydedilmesi olduğu herkesin malumudur.
Toplu sözleşme ve grev hakkı talebimiz, ülkemizin demokratikleşmesine dair genel beklentimizin sendikal zeminle ilgili kısmını oluşturmaktadır. Kamu işçileriyle toplu iş sözleşmesi imzalayan Devletin, kamu görevlileriyle toplu sözleşme imzalamaktan kaçınmasına haklı ve hukuki bir gerekçe bulamıyorum. Nasıl ki, seçimlere katılma hakkı yoksa siyasi partiden söz etmek ve siyaset hakkının varlığından bahsetmek mümkün değilse, toplu sözleşme ve grev hakkı olmadığı sürece sendikalardan ve sendikal örgütlenme hakkının varlığından söz etmek de mümkün değildir.
Değerli Konuklar,
Örgütlenme, toplu sözleşme ve grev hakları konusunda iç hukukumuzun eksiklikleri ve uygulamada yaşanan sıkıntılar 2009 AB İlerleme Raporu’nda; “Türkiye’de sendikal haklar henüz tam olarak tesis edilmemiştir. Mevcut yasal çerçeve, gerek kamu sektörü gerek özel sektör için, özellikle örgütlenme hakkı, grev ve toplu sözleşme hakkı bakımından AB standartları ve ILO sözleşmeleri ile uyumlu değildir.” ifadeleriyle dile getirilmiştir.
Diğer taraftan, AB’ye tam üyelik süreci kapsamında iç hukukta önemli adımlar atan ülkemizin, Avrupa Sosyal Şartının örgütlenme ve toplu pazarlık hakkıyla ilgili 5 inci ve 6 ncı maddelerine çekince koyması arasındaki çelişkiyi gidermek zorundayız.
Evrensel hukuk ilkelerini, AB Sosyal Şartını, AB müktesebatını ve İLO kararlarını da dikkate alarak kamu görevlileri sendikalarının ve konfederasyonlarının talepleri doğrultusunda, toplu sözleşme ve grev haklarını içeren kamu görevlileri sendikacılığı alanı oluşturulmasına zaman ve zemin yönüyle bir engel kalmadığına inanıyoruz. Biz, toplu sözleşme ve grev hakkını, kamu hizmetlerini aksatacak bir tehdit aracı olarak değil kamu hizmetlerinin kalitesini artıracak bir teşvik aracı olarak görüyoruz.
Değerli Konuklar,
Bu ülkenin insanları,
Kanun önünde eşitlik ilkesine sadık bir Türkiye,
Kuvvetler ayrılığını, çatışma nedeni olmaktan çıkarmayı başarmış bir Türkiye,
“Güçlü ve özgür birey” idealini gerçekleştirmiş bir Türkiye,
Laiklik ilkesini, özgürlüklerin teminatı olarak gören bir Türkiye,
İdarenin de iradenin de sivillere ait olduğu bir Türkiye,
Bağımsızlık kadar tarafsızlığı da önemseyen yargıya sahip bir Türkiye,
Vatandaşlarına “Din ve vicdan hürriyetini” gerçek anlamıyla yaşatan bir Türkiye,
Hem özgürlük hem güvenlik diyebilen bir Türkiye, istiyor, bekliyor ve talep ediyor.
İnsanımızın, daha özgür, daha demokratik Türkiye talebini karşılamak için olması gerekenlere fazlasıyla sahibiz. Çünkü,
Dün, demokrasiyi savunan sivil toplum örgütleri yoktu, bugün var.
Dün, egemenlerin ezdiği millet vardı, bugün egemenliğin sahibi olduğunu bilen millet var,
Dün, silahlı kuvvetlerden talimat bekleyen siyasetçiler vardı, bugün orduya görevini hatırlatan siyaset var,
Dün, darbelere zemin hazırlamayı bilim adamlığı sayanlar vardı, bugün darbe savmayı onur sayan bilim adamları var,
Dün, militer güçlerden “Arkama Takıl” emri bekleyenler, bugünse demokrasi ve milli egemenlik için “Ortak Akıl” diyenler var,
Dün, taraftar olmaya zorlananlar vardı, bugün “taraf”ım demekten kaçınmayanlar var,
Dün “demokrasi nedir” diye soranlar varken bugün “tam ve koşulsuz demokrasi” isteyenler var,
Dün, darbeyi desteklediği için kutsananlar varken bugün darbeye yeltendiği için yargılananlar var.
Dün, darbecilerin gerdanında arzı endam eden beşi bir yerdeler vardı, bugün demokrasinin tek taşı olmayı hedefleyenler var,
Dün darbecileri takdir etmeye hazır basın tekeli vardı, bugün darbeye yeltenenleri teşhir edecek özgür basın organları var…
O halde, neyi bekliyoruz. Daha özgür, daha güçlü, daha sivil, daha demokrat bir Türkiye’yi inşa edecek, hem özüyle hem de sözüyle sivil ve yeni bir Anayasa yapalım.
Bu duygularla başta Sayın Başbakanımız olmak üzere ülkemizin dört bir yanından bu çetin kış şartlarına rağmen Uluslararası Demokrasi Kongremize katılan ve katkıda bulunan siz değerli konuklarımıza teşekkür ediyor, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum…