ARŞİV
Millete Yönelik Vesayet Operasyonunu; Millet İradesiyle Durduracağız
Türkiye, tek parti döneminin yasakçı uygulamaları, darbecilerin vesayet anlayışı ve ekonomik krizler nedeniyle Menderes ve Özal dönemlerinde yakalanan kısmi istikrar dışında siyasal, ekonomik ve toplumsal istikrarı bir türlü yakalayamamıştı. 2000’li yıllardan sonra Türkiye’deki tüm demokratik güçlerin ve sivil unsurların kararlı ve birlikte mücadelesi olan 12 Eylül 2010 referandumuyla ülkemizde vesayet anlayışına büyük ölçüde son verilerek, siyasi, ekonomik ve toplumsal istikrar sağlandı. Bu tarihten sonra 76 milyonun yeni hedefi, özlemi, talebi ve beklentisi meşru, demokratik ve sivil zeminde verilen mücadeleyle sağlanan istikrarın sürmesi, hatta kurumsallaştırılarak ve adil bir sisteme dönüştürülerek istikrarın yeni neslin omuzlarında geleceğe taşınmasıdır.
Türkiye’nin vesayet rejimine son vermesinden, demokratik adil bir düzen kurmasından ve istikrarı kurumsallaştırmasından rahatsız olan uluslararası mihraklar, yanlarına yerli taşeronları da alarak bu istikrarı bozmak için siyasi ve toplumsal mühendislik plan ve projelerini devreye koydular. Spor karşılaşmalarında devlet adamlarının yuhalanmasıyla başlayan ve yapılan itiraflarla amacının asla ağaç olmadığı anlaşılan Gezi Parkı olaylarıyla zirve yapan istikrarın bozulması çalışmaları, milletin ve seçilmiş meşru hükümetin bu provokasyonlara karşı dik durmasıyla sonuçsuz kaldı. Ne var ki, Gezi olaylarıyla istikrara kastedenler, ülkemize yönelik senaryoları ve yeni planlarını devreye sokmak için bahaneler arıyorlar ve fırsat kolluyorlardı. Önce dershane tartışmasını fırsat olarak gören söz konusu karanlık güç odakları, ardından toplumun en hassas olduğu yolsuzluklar konusunun arkasına saklanarak seçilmiş meşru iktidarı devirme, Türkiye’yi istikrarsızlaştırma planlarını iç destekçileriyle birlikte devreye soktular.
Memur-Sen olarak, bu tür süreçlerde ortak aklı işleterek ve devreye sokarak yol haritamızı belirleriz. Nitekim, süreci yolsuzlukla kararlı mücadele ve dış operasyonlara karşı milli iradeye sahip çıkma şeklinde ikiye ayırdık. Demokrasiyi, milli iradeyi ve hukuk devletini ortadan kaldırmak, seçilmiş hükümetleri illegal yöntemlerle devirmek isteyenlere karşı hep sert tepki verdik, bugün de aynı anlayışı/tavrı devam ettiriyoruz. Memur-Sen olarak, siyasetin kuşatılmasına, sivil siyasetin alanının daraltılmasına, başka bir ifadeyle vesayet taraftarlarının salıverilmesine ve milli irade yanlılarının elinin kolunun bağlanmasına hep karşı olduk.
Memur-Sen olarak, kuvvetler ayrılığı sistemini savunuyoruz. Fren ve denge sistemi içinde, tüm erklerin kendi işini yapmasını, birbirlerinin alanına müdahale etmemesini istiyoruz. Bu kapsamda, son günlerde yolsuzlukla mücadele perdesi altında, psikolojik hareket taktiğiyle uluslararası güçlerin de desteğini arkasına alan kimi yargı mensuplarının ve kurumlarının, seçilmiş ve meşru hükümeti devirmeye ve milli iradeyi ortadan kaldırmaya yönelik tavır içinde olduğunu açık-seçik görmekteyiz. Halkın oylarıyla işbaşına gelmiş siyasal iktidarın, yargı vesayetiyle gönderilmek istenmesini asla kabul edemeyiz.
Siyaset, iktidar ve muhalefette bulunan partilere ait bir sahnedir. Halk, uygulamalarını ve icraatlarını beğenmezse iktidarı muhalefete düşürür, muhalefeti de iktidara getirir. Bu kayıtlı bir siyasettir. Siyasete dışarıdan müdahaleyse, kayıt dışı siyasettir. Demokratik sistemlerde, kayıt dışılığın her türlüsü anti-demokratiktir, gayrı hukukidir ve nihayetinde meşruiyetten yoksundur. Biz, bürokratik oligarşinin her türlüsüne karşıyız. Dün, askeri bürokrasinin darbeler veya darbe girişimleriyle sivil siyaset alanına girmeye çalışmasına nasıl karşı çıkmışsak, bugün de yargı ve emniyet bürokrasisinin sivil siyaset üzerinde vesayet oluşturmasına, kayıt dışı siyaset yapma girişimlerine aynı netlik ve sertlik de tepki gösterdik, göstermeye devam edeceğiz. Büyük Türkiye idealini sekteye uğratacak polis, asker ve yargı vesayeti çabalarına karşı milletimizle dayanışma içinde olacağız.
Son aylarda yaşanan süreci, dış operasyonlarla mücadele ve yolsuzlukla mücadele diye ikiye ayırdığımızı, ikisiyle de ayrı ayrı mücadele edeceğimizi yazımın başında belirtmiştim. Memur-Sen olarak, her zaman mahrumların, mağdurların ve mazlumların yanında olduğumuzu defalarca deklare ettik. Bu çerçevede, başta yetimler olmak üzere tüm yoksul kesimlerin sözcülüğünü yaptık, yapıyoruz ve yapmaya da kararlılıkla devam edeceğiz. Bu noktada, milletimizin ve kamu görevlilerinin temiz toplum ve adil bir sistem özlemlerini ve taleplerini yasama ve yürütme erkleriyle paylaştık. Bugün de, adil bir sistem, temiz toplum ve yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar noktasında duyarlı siyaset talebimizi gündeme taşımaya, kamuoyuyla paylaşmaya devam ediyoruz.
Türkiye’de özellikle 28 Şubat sürecinde siyaset-bürokrasi-işadamı üçgeninde yolsuzluk ilişkisinin kurulduğuna, ülkenin milli kaynaklarının yağmalandığına şahit olduk. O süreçte ve daha sonra yetim malını gasp eden bu zihniyetle ve mensuplarıyla mücadele ettik. Bugün de benzer yolsuzluk ilişkilerinin varlığına işaret eden her türlü iddia ve ithamın dikkate alınması ve kararlılıkla üzerine gidilmesi gerektiğini haykırıyoruz. 17 Aralık operasyonundan sonra yaptığımız tüm açıklamalarda, yolsuzluk iddialarının araştırılmasında ucu kime dokunursa dokunsun sonuna kadar gidilmesi, varsa yetim malı yiyenlerin yargı huzurunda hesap vermesi gerektiği konusunda en net açıklama yapan kuruluşların başında geliyoruz. Ancak, yolsuzlukla mücadele kararlılığının; uluslararası güç odakları ile siyaset-bürokrasi (yargı, emniyet, asker bürokrasi) arasında kurulan işbirliğini ve bu işbirliğinin Türkiye’de yeniden vesayetin tesis edilmesini, demokratikleşmenin geriye götürülmesini, insan hakları alanında elde edilen kazanımların kaybedilmesini hedeflediğini görmeye engel bir körlüğe dönüşmesine de asla müsaade etmeyiz. Bu, eski Türkiye’ye geri dönüştür. Bu kapsamda, Ergenekon davalarının “yeniden yargılama” tartışmaları üzerinden sulandırılmasını, “Ergenekon diye bir yapılanma yok” şeklinde akla ziyan ön kabullerin kimi fırsatçılar eliyle topluma dayatılmasını, bütün bu retorik üzerinden de milletin geleceğine ipotek koyanların salıverilmesini de asla kabullenemeyiz. Böylesi bir süreç, yeni Türkiye’nin kurulmasını geciktirecek, millet iradesinin, milli egemenliğin yeniden vesayetçilerin eline geçmesine imkan sağlayacak bir zemin hazırlanmasıyla sonuçlanabilir. Biz, normalleşme istiyoruz. Türkiye’nin normalleşmesinin yolunun da güçlü ekonomi ve kaliteli demokrasiden geçtiğine inanıyoruz.
Bu çerçevede, yeniden yargılama gündemiyle ilgili görüşlerimizi de ifade edelim. Ergenekon örgütüne ilişkin yargılama kararlarının değişmesi sonuçları örgütün varlığı ve amacıdır. Bu noktada, söz konusu davada örgüt mensubiyeti ve örgütün amaçlarına hizmet etmek noktasında davanın sanıklarına yönelik hataların varlığı olsa dahi yeniden yargılama; kanun vaz etmek suretiyle değil yeni delile dayalı olarak ilgili mahkemeye yapılacak yeniden yargılama başvurusu yapılması ve mahkemenin bu başvuruyu kabul etmesi suretiyle gerçekleşmesi daha uygun olacaktır.Yeniden yargılamanın bir kanun hükmüne dayalı ve zorunlu olarak gerçekleşmesi; ancak yakın dönemin benzer nitelikli davalarının bütününde adil yargılama hakkının ihlal edildiğine dair inandırıcı delil ve tespitlerin varlığı halinde her mahkemece ayrı karar alınması şeklindeki uzun süreç yerine daha kısa bir sürecin oluşturması saikiyle yapıldığında makul ve makbul olabilir.
Türkiye, 2015 Haziran sonuna kadar yerel, Cumhurbaşkanlığı ve genel olmak üzere üç seçim süreci yaşayacak. Özellikle, ilk kez halk tarafından seçilecek olması Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini daha anlamlı hale getiriyor. 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi oynanan oyunların belki de daha büyüklerinin Ağustos 2014 tarihindeki Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde sahneye konulabileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Sancısız ve sıkıntısız bir Cumhurbaşkanlığı seçim dönemini geçirmek için sürecin milli irade çizgisine ve demokratik teamüllere uygun şekilde yürütülmesi için gereken her türlü tedbiri şimdiden almalıyız.
Kayıt dışı siyaset dönemleri, kamu görevlilerini ve sendikaları da olumsuz etkilemektedir. Memur-Sen’in liderliğinde imzalanan ve 2014-2015 yıllarını kapsayan toplu sözleşmeler tam anlamıyla bir zaferdir, kazanımlar manifestosudur. Bu manifesto niteliğindeki kazanımlarımızın, en başta da Türkiye’nin; Gezi Parkı olaylarının zincirleme operasyon halkası olan yeni bir dış operasyonla itibarsızlaştırılmasına, istikrarsızlaştırılmasına ve milli iradenin yok sayılmasına seyirci kalamayız, kalmayacağız. Toplu sözleşme süreçlerinde yüzbinlerce kamu görevlisinin desteğiyle alınteri dökerek, alanlarda ve masada mücadele ederek elde ettiğimiz kazanımlarımızı, ekonomimizi zayıflatma lobilerine, kaos lobilerine, faiz çetelerine, kayıt dışı siyaset heveslilerine yedirtmeyiz. Dün olduğu gibi bugünde milletimizle ve kamu görevlileriyle ittifak ederek, ulusal ve uluslararası çetelere karşı mücadele eder, onları vesayet bataklığında yeniden boğarız. Bu kapsamda, Mısır’da Sisi vesayetine, Suriye’de Esat katilinin soykırım uygulamalarına şiddetle karşı çıktık. Mısır halkıyla dayanışmak ve onları sahip çıkmak için Rabia Platformu oluşturduk ve alanlardan mazlumun yanında olduğumuzu haykırdık. Suriyeli kardeşlerimiz için yardım kampanyaları düzenledik. Memur-Sen olarak, Suriye’de zalim Esat rejiminin yıkılması, Mısır’da Darbeci Sisi’nin gitmesi, her iki ülkenin de normalleşmesi için Suriye ve Mısır halkıyla dayanışmaya devam edeceğiz.
Yasama, yürütme ve yargı erklerinin kendi işini yapması, kayıt dışı siyaset yapılmaması gerektiğinin de altını çizmiştim. Sivil toplum kuruluşları ve cemaatler de kayıt dışı siyaset yapmamalı, devleti yönetmeye kalkışmamalıdır. Özellikle yurt içinde ve yurt dışında insan yetiştiren cemaatlerimiz bu misyonlarını artırarak sürdürmeli, siyasetin istikrarsızlaşmasına yol açacak tavır, duruş ve eylemlerden kaçınmalıdırlar. Siyasi partilerin rakibi cemaatler; cemaatlerin rakibi de siyasi partiler ve iktidarlar değildir. Bu gerçek akıllardan çıkarılmadan cemaat ve camialar iyi insanlar yetiştirmeye odaklanmalıdır.
Vesayetle demokrasi bir arada yaşamaz, yaşayamaz. Demokrasi güçlendikçe vesayet zayıflar ve zamanla yok olur, demokrasi zayıfladıkça da vesayet güçlenir ve zamanla bütün sistemi kuşatır. Demokrasinin güçlü olduğu dönemlerde sivil toplum kuruluşları ve cemaatler de daha özgür faaliyetlerde bulunurlar. Bu açıdan sivil toplum kuruluşları ve cemaatler, sivil siyasetin yanında, demokrasi ve özgürlüklerin tarafında olmalıdır. Asla ve asla, bilerek veya bilmeyerek, ulusal ve uluslararası güç odaklarının ve vesayetçilerin yanında olmak gibi bir hataya, gaflete düşmemelidir.
Vesayetin yeniden ve farklı bir zeminde inşa edilmeye çalışıldığı bir süreçte, sivil toplum bölünmüş bir tavır sergilememeli, parçalanmış bir görüntü vermemelidir. Biz, böyle bir tablonun oluşmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Demokratik, sivil, özgürlükçü ve güçlü bir sivil toplum kuruluşu olarak ülkemiz üzerinde ameliyat yapılmasına, yeni operasyon senaryolarının yazılmasına ve sahneye konulmasına asla izin vermeyeceğiz. Uzun yıllardır çatı ve şemsiye kuruluş olarak üstlendiği misyonu hakkıyla yerine getiren Memur-Sen, kamu görevlilerimizin ve milletimizin zarar görmemesi için güçlü ittifaklar oluşturarak ve tarihi sorumluluklar alarak görevini başarıyla yapmıştır. Bu çerçevede, 12 Eylül referandumuyla güçlenen demokrasinin yargı darbesiyle, küresel operasyonlarla ve paralel devlet yapılanmalarıyla zayıflatılmasına müsaade etmeyeceğimizi, izin vermeyeceğimizi bir kez daha yineliyorum. Memur-Sen Genel Merkezimiz, Sendikalarımız başta olmak üzere 81 ilde faaliyet gösteren teşkilatımızın yaptığı açıklamalar ve eylemler, illegal siyasete, kayıt dışı siyasete geçit vermeyeceğimizin açık delilidir.
Yargı odaklı ve polis destekli vesayetin yeniden tesisi çabaları nedeniyle, sendikal konulara yeteri derecede değinemeyeceğim. Çünkü, vesayet ikliminde ne emeğimizi ne de ekmeğimizi koruyabiliriz. Bugün, bu yönüyle emeğimizin ve ekmeğimizin değeri/miktarı değil bizzat kendisi risk altındadır. Ancak, yine de birkaç hususu idraklerin dikkatine sunmak gerekiyor. 2013 yılında sivil itaatsizlik eylemlerimiz sonucunda, kamuda ve Meclis’te başörtüsü yasağının sona ermesi, tarihi kazanımlarımız arasında yerini almıştır. 1 Ocak 2014 tarihinde yürürlüğe giren 2014–2015 yıllarına ilişkin toplu sözleşmeyle elde ettiğimiz kazanımlarımız da, kelimenin tam anlamıyla büyük bir başarı ve daha önce örneği olmayan bir zaferdir. Sadece emekli ikramiyesine aldığımız 5 bin 250 TL zam bile(ayda 437.5 TL) geçmiş tüm toplu görüşmelerin üzerindedir. Bu kazanım bile tek başına toplu sözleşme zaferimizin büyüklüğünü anlamak için yeterlidir. Anadolu’nun tamamını kapsayan teşkilatlarımızla, çözüm sürecine yönelik katkımız tarihsel bir öneme sahiptir. Yine öncülüğümüzde kurulan Rabia Platformu, mazlumlarının sesi oldu, olmaya devam ediyor. Kamu Personel Danışma Kurulu’nu çok verimli bir şekilde çalıştırdık, orada olgunlaştırılan konuların çıkarılacak yasalarla yürürlüğe girmesi mücadelemiz devam ediyor. Filipinler ve Suriye başta olmak üzere insanlık için, mazlumlar için, mağdurlar ve mahrumlar için yardım ve dayanışma kampanyalarımız sürüyor. Özetle 2013 yılı memurların yüzünün güldüğü yıl oldu. Sendikal kazanımlarla bir manifesto yazdık. 2013 yılında neredeyse yüz yılık bir geçmişe sahip olan kılık kıyafet yasağı ortadan kalktı. Yasaklarla nefes alamaz hale getirilen kadınlar, üniversiteler, kamu işyerleri, Meclis başta olmak üzere hayatın her alanında huzura kavuştular.
2014 yılında konfederasyonumuzun ve sendikalarımızın kurumsallaşma çalışmalarına da üyelik çalışmalarına da aksatmadan devam edeceğiz. Geziciler, dört ağacı bahane ederek ülkemizin maddi ve manevi birçok değerine zarar verdiler. Dört ağacı korumak için yapıldığı söylenen eylemler sırasında, yüzlerce ağaç tahrip edildi. Yıkmayı değil yapmayı her zaman merkeze alan Konfederasyonumuz, “daha yeşil bir Türkiye için 1 milyon fidanı toprakla buluşturma” kampanyası başlattı. Bu kapsamda, Ankara’da “Mehmet Akif İnan Hatıra Ormanı” tesis ettik. İnşallah, bu kampanyamız teşkilatlarımız tarafından dalga dalga Anadolu’ya yayılacak. Aynı şekilde geleceğimizin teminatı dediğimiz fidanlarımız olan gençlerimizin de yetişmesi, ülkenin yönetimini devralmaları için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Bu minvalde Konfederasyonumuz bünyesinde faaliyet gösteren Genç Memur-Sen hem Ankara’da hem de taşrada etkinlikler düzenlemektedir. Teşkilatlarımızdan ricamız gençlerin önünü açmaları, tecrübe paylaşımı yapmalarıdır. Medeniyet ve kültür havzamıza ancak değerlerden beslenmiş gençler yetiştirerek hizmet edebiliriz.
Yazıyı bitirirken, birkaç önemli hususun altını tekrar çizmek istiyorum. Asil medeniyetin asil örgütü Memur-Sen olarak, ‘darbelerin tamamı kirlidir’ anlayışıyla, vesayetin her türlüsüne karşı çıkmaya devam ederek yeni Türkiye’yi inşa etmeye, Büyük Türkiye idealini gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlerimizi sürdüreceğiz. İktidarların Taksim’den, kirli operasyonlardan çıkmadığını, sandıktan ve millet iradesinden çıktığını hatırlatmaya devam edeceğiz. Memur-Sen’in yolu millet çizgisidir, gücü milletin değerleridir, adresi milletin iradesinin yanıdır. Bu hiçbir zaman değişmeyecektir. Bu düşüncelerle milletimizin ve kamu görevlilerinin yeni yılını kutlar, huzur, sağlık ve esenlikler dilerim.