ALİ YALÇIN
Taşlaşmış Darbecileri Elleriyle Eritenler
Bozgunlardan çıktım kan içindeyim
Yeni bir savaşa kuşandır beni
Mehmet Akif İnan- Kaside
Türkiye, 15 Temmuz akşamı FETÖ/PDY tarafından gerçekleştirilen darbe görünümlü bir işgal girişimine şahit oldu. Milletimiz basiretiyle sokaklara dökülerek tarihte pek eşi benzeri olmayan destansı bir direniş sergiledi ve emperyalizmin taşeronu darbecilere ağır bir mağlubiyet yaşattı.
Düşman, silahların arkasına gizlenerek saldırmıştı. O gece Memur-Sen ailesi olarak bizim de içinde bulunduğumuz direnişçilerin ise sadece elleri ve yürekleri vardı. Gökten bomba ve kurşun yağdırılırken, tanklar acımasızca insanların üzerine sürülürken, halkımız yüreğini ortaya koydu, kurşunlara göğsünü gerdi, tankları elleriyle durdurmaya çalıştı. Yürekleri taşlaşmış darbeciler öldürdükçe çoğaldık, direncimiz daha da arttı. O menfur gece sabaha kadar milletçe şehir şehir, sokak sokak iman, namus, vatan ve milli irade mücadelesi verdik.
15 Temmuz’u, emperyalistlerin bölgemizde uzun zamandır sergilediği kirli oyunların bir uzantısı olarak okumak gerekiyor. Taşerona takılıp olayı darbe ile sınırlamak bizi yanıltır. Evet, taşeronun bu ülkede uzun yıllardır devleti ele geçirmek için faaliyette bulunduğunu, hatta bu örgütün, hemen hemen bütün yapılara sızarak toplumsal düzenimizi de tahrip etmek için mühendislik faaliyetleri yürüttüğünü biliyoruz. Fakat onun dünyaya egemen olan, sömürgeci emperyalist odaklarla ilişkileri, işin içinde daha büyük bir oyunun döndüğünü gösteriyor. Bu sebepten dolayı o geceki meşum olayın asıl gayesi, işgal projesinin ilk adımını oluşturmaktır. Nitekim bugün yaşanan terör olayları bize göstermektedir ki 15 Temmuz, “dolaylı bir stratejinin” ilk ayağı olarak kurgulanmıştır.
Türkiye, Cumhuriyet tarihinin büyük kısmı darbeler ve darbeciler tarafından belirlenmiş, tipik gelişmekte olan ülke profili sergiledi. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ile Türkiye, darbeciler eliyle emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda bir nevi sosyal mühendisliğe tabi tutulur. Sözkonusu darbelerle birlikte irili ufaklı birçok darbe girişimi de sürecin teknik olarak dinamik bir şekilde işletildiğini gösterir. Karanlık kapılar arkasında kurgulanan bu projeler çerçevesinde ülke, kriz psikolojisiyle bir yöne sevkedilmeye çalışılır. Siyasetten hukuka, inançtan toplumsal katmanların bütününü direk etkileyen emek piyasalarına kadar her alanda yapılan bu kurgu, aynı zamanda bağımlılık stratejisini güçlendirir. Yani emperyalist ülkelerin çıkarları bütün toplum katmanlarının içine yayılır.
Modern dünya sistemi belki de “Amansız Devrim” kitabının yazarı Joyce Apleby’nin dediği gibi bu kriz sistemi ile kendi meşruiyetini sağlar. Darbeler ve onun oluşturduğu krizler, bu sistemin doğasında vardır yani. Bu tezi, Dünya Bankası’nın eski araştırma müdürü Paul Collier’in “sistem için askeri müdahaleler yapılabilir” tavsiyesiyle(!) destekleyelim. Olguyu bu şekilde konumlandırırsak; yukarıda saydığımız darbelerin, ülke bütünlüğü içinde toplumsal düzeni sürekli kontrol altında tutmak için bir toplumsal mühendislik projesinin parçaları olduğunu anlarız.
Küresel egemenler bir şeyi unutuyorlar: İnsan denilen varlık, teorilerin içine hapsedilemez her zaman. O, eşref-i mahlukattır; bu yüzden özgürlüğünün ve onurunun peşinden gider. Emperyalistler, toplumları tarassut altında tutmak için krizi olağanlaştırmak isteseler de, bu irade karşısında fazla direnemezler.
Fakat küresel egemenlerin unuttuğu bir şey vardır. O da, insan denilen varlık, teorilerin içine hapsedilemez her zaman. O, eşref-i mahlukattır; bu yüzden özgürlüğünün ve onurunun peşinden gider. Emperyalistler, toplumları tarassut altında tutmak için krizi olağanlaştırmak isteseler de, bu irade karşısında fazla direnemezler. Türkiye bu yönüyle iyi bir örnektir. Her darbeden sonra bir şekilde kendi hesabını görmüş bir milletin yaşadığı ülkedir Türkiye. Bu aziz millet, sabırla üzerine örülmek istenen ağı yırtıp atmıştır. Öyle ya, biz sabrı öğütleyen bir peygamberin ümmetiyiz ve bu peygamber öğüdünü irfana dönüştürmüş bir toplumuz. Nice buhranları aşarak, çağlardan çağlara, nesillerden nesillere bu irfanı tevarüs ettirdik. Ne var ki düşman yeni oyunların peşindeydi…
Emperyalizmin Afganistan, Irak, Suriye pratiklerini bu topraklara taşıyarak, umudu yok etmek istediler. Lakin galib olan Allah’tır. Bin yıl boyunca özgürlüğü solumuş bu toprakların yoğurduğu insanlar, 15 Temmuz’daki destansı direnişleriyle zalimlere, müstebitlere karşı, İstiklal Marşımızın “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım/Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!” dizelerinde mücessem hale gelmiş akdi bir kere daha tekrarladılar.
2002’de başlayan yeniden Büyük Türkiye yürüyüşü, eski darbeciler tarafından birkaç kere engellenmek istenmişti. Güçlü siyasi yapı ve toplumsal tesanütle, önümüze kurulan setleri aşmayı bildik. Fakat 17/25 Aralık, yeni tip bir kriz stratejisini içeriyordu. Bu strateji, bizim dilimizi kullananlarca örülüyordu. Yıllarca Anadolu insanına sağ taraftan yaklaşan, onun engin gönül dünyasını istismar eden bir odak oluşmuştu. Bu yönüyle bütün toplum katmanlarına kolayca sızdı bu odak. Ergenekon, Balyoz davalarını medya marifetiyle pazarlayarak kendi vesayet sistemini oluşturdu. Nitekim 7 Şubat, Gezi Süreci ve nihayet 17/25 Aralıkta gerçek yüzlerini gösterdiler. Ülke, sürekli bir kriz anaforuna çekilmek istendi. Ama başaramadılar. Sabırla örülen irfan galip geldi. Böylece hem kendileri hem de oyunları deşifre oldu. Dolayısıyla hırçınlaştılar ve 15 Temmuz’da acımasızca saldırdılar.
15 Temmuz’la ilgili olarak; FETÖ’cülerin kullandığı ve bugüne kadar fazla tartışılmayan bir başka stratejiye kısaca değinmek istiyorum. Bu stratejinin temelinde “şok doktrini” vardır. 1950’li yıllardan bu yana Amerika’nın üzerinde çalıştığı bir stratejidir bu. ABD’nin Irak savaşındaki askeri doktrininde bakın ne yazıyor: “Şok ve dehşet, genelde tehditle işleyen toplumun belirli unsurlarına, insanlara ya da yönetim kademelerine anlaşılmaz gelen korkular, tehlikeler ve yıkıma yol açan olgulardır.” Amerika bu psikolojiyi harekete geçirmek için Afganistan’da, Irak’ta şok doktrinini uygulamıştır.
FETÖ’cüler de 15 Temmuz gecesi aynı yöntemle hareket ettiler. Uçaklardan duyulan sonik patlamalar, bombalamalar, helikopterlerden açılan ateşler, önüne çıkan her şeyi ezen tanklar, bu doktrinin bir parçasıydı. Sırf bu taktik bile projenin nerelerde pişirildiğini gösteriyor.
Evet… 15 Temmuz’da emperyalistlerden vekalet almış FETÖ’cüler, savaş, kan ve gözyaşından yorgun düşmüş bir coğrafyanın ortasında, mazlumların/insanlığın sığınağı olan bu ülkenin özgürlüğüne kastettiler. Bir noktada emperyalizmin Afganistan, Irak, Suriye pratiklerini bu topraklara taşıyarak, umudu yok etmek istediler. Lakin galib olan Allah’tır. Bin yıl boyunca özgürlüğü solumuş bu toprakların yoğurduğu insanlar, destansı direnişleriyle zalimlere, müstebitlere karşı, İstiklal Marşımızın “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım/Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!” dizelerinde mücessem hale gelmiş akdi bir kere daha tekrarladılar.
Memur-Sen, dün olduğu gibi o gece de bu akdin oluşturduğu çelik iradeyle işgalcilerin/darbecilerin ateş kusan silahlarının karşısında dimdik durdu. Her bir üyemiz “kim var?” diye sorulan bir demde, etrafına bakmadan “ben varım!” diyerek öne atıldı. Çünkü biz, geçmişte ateşle imtihan edilmiş ve acıyla yoğrulmuş bir topluluğuz. Biliyor ve inanıyoruz ki o gece, “herşeyin mizana vurulacağı vaktin” hükmünün verildiği zamanlardan biriydi. Bu yüzden salaların arzı kuşattığı ve topraklarımızda yankılandığı o demde, tereddütsüz olarak meydanlara indik ve düşman yenilene kadar evlerimize dönmedik.
Dirilişi muştulayan kutlu gecede, millet olarak 243 vatan evladını şehit verdik. Yine her biri bize emanet olan iki binin üzerinde gazimiz var. Şimdi şehit ve gazilerimizin hatıralarını gönlümüzde taşıyarak, o herc ü merc gecesinin bir daha yaşanmaması için safları daha da sıklaştırmalıyız. Daha net ifadeyle, bu özgür toprakların bağrına namahrem eli değmemesi için, o gece tekrarladığımız aktimize sonuna kadar sadık kalarak birbirimize sımsıkı sarılmalı ve emanetin hakkını vermeliyiz.