KONFEDERASYON HABERLERİ
Yalçın: Yeni Anayasa İnsan Onuruyla Başlamalı, Sosyal Devletle Devam Etmelidir
Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, ÇASGEM`in Yeni Anayasa ve Çalışma Hayatında Sendikal Haklar Konferansı`nda konuştu. Yalçın, “Anayasa insan onuruyla başlamalı, sosyal devletle devam etmelidir” dedi.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi (ÇASGEM) tarafından organize edilen Yeni Anayasa ve Çalışma Hayatında Sendikal Haklar Konferansı yoğun katılımla yapıldı. ÇASGEM Başkanı İsmail Akbıyık'ın açılış konuşmasıyla başlayan konferansın moderatörlüğünü SDE Koordinatörü Murat Yılmaz gerçekleştirdi. Konferansta Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan ve Çalışma Hayatı Uzmanı Tarkan Zengin birer sunum yaptı.
Konferansta konuşan Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, “Yeni Anayasa, çalışma hakkını, yine çalışma hakkına bağlı olarak örgütlenme, sendikal haklar, dinlenme hakkı, izin hakkı, ücret hakkı, emeklilik hakkı, işe erişim hakkı, iş sağlığı ve güvenliği hakkı ve sosyal güvenlik hakkı gibi sosyal, mali ve özlük hakları teminat altına almalıdır. Yeni Anayasa insan onuruyla başlamalı, sosyal devletle devam etmelidir. Yeni Anayasa Kamu Görevlilerine esnetilemez ve deforme edilemez iş güvencesini teminat altına almalıdır” diye konuştu.
HEDEFLERİNE ULAŞMASI YENİ ANAYASA İLE MÜMKÜN
Türkiye’nin hedeflerine ulaşması için Yeni sivil bir Anayasa’nın hayata geçirilmesi gerektiğini ifade eden Yalçın, “Yeniden Büyük Türkiye’nin kurulmasına, dünya ölçeğinde güçlü bir oyun kurucu olunmasına zemin oluşturacak Yeni Anayasa’nın yapım ve yazım sürecinde 7’den 77’ye herkes sorumluluk almalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları olarak Yeni Anayasa metninin nasıl olacağıyla ilgili kafa yormalı, çözümler bulmalı, eleştiri ve itirazlarımızı ortaya koymalı ve sürecin başarıyla tamamlanması için katkı sağlamalıyız. 78 milyon olarak Yeni Anayasa sürecine dahil olmalıyız, hiçbir kimseyi bu sürecin dışına itmemeliyiz. Türkiye’nin çocukları, gençleri, kadınları, engellileri, yaşlıları; çalışanları, işçileri, memurları, emeklileri; çiftçileri, esnafları, sanat ve bilim insanları; yazarları, şairleri, işverenleri, fikir üretenleri olarak; gerek özel sorunları, gerekse ülkenin genel sorunlarıyla ilgili Yeni Anayasa’da yer almasını istedikleri görüş ve önerilerini TBMM’ye ulaştırmalıdır” dedi.
MEMUR-SEN YENİ ANAYASA SÜRECİNDE SAHADA
Memur-Sen ve Hak-İş’in Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde aktif görev aldığının altını çizen Yalçın, “Hem geçmişte hem de bugün Yeni Anayasa ile ilgili görüş ve düşüncelerimizi rapor veya madde madde yazılmış anayasa taslağı olarak ilgili makamlarla paylaştık, paylaşıyoruz. Ayrıca Memur-Sen ve Hak-İş’in öncülük ettiği 16 kuruluşun yürütme kurulunu oluşturduğu ve 350’den fazla kuruluşun destek verdiği Türkiye Anayasa Platformu’nu kurduk. İlk etkinliğimizi Cumhurbaşkanımızın katılımıyla gerçekleştirdik. ‘Hep Birlikte Yeni Anayasa’ mottosuyla başlattığımız Yeni Anayasa yapım ve yazım sürecini; ‘Millet Yeni Anayasa İstiyor’ talebini seslendirmek, ‘Yeni Anayasayı Millet Yapıyor’ sürecini Anadolu’ya taşımak için bölge toplantılarıyla sahaya iniyoruz. İnşallah Yeni Anayasa yapım ve yazım süreci tamamlanıncaya kadar sahada kalacağız” diye konuştu.
YENİ ANAYASA YAPMA KARARLIĞINI SÜRDÜRMELİ
2011 seçimlerinden sonra kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun 60 madde üzerinde uzlaştığını hatırlatan Yalçın, “1 Kasım seçimlerinden sonra yeniden çalışmaya başlayan ancak önyargı ve ön koşullar nedeniyle çalışmalarına ara vererek dağılma noktasına gelen Anayasa Uzlaşma Komisyonu toplanmalı ve Yeni Anayasa yapma kararlığını sürdürmelidir. Aksi takdirde masadan kaçanlara, uzlaşmazlık tutumunu sürdürenlere millet gerekli hesabı her zaman olduğu gibi sandıkta soracaktır” şeklinde konuştu.
CUNTA ANAYASASI YÜRÜRLÜKTEN KALKMALI
Geçmişte yaşanan kötü hadiselerin bir daha olmaması için Yeni Anayasa’nın gerekli olduğunu ifade eden Yalçın, şu şekilde konuştu: “Milli İrade’yi yok sayan Milli Şef ve Tek Parti dönemlerini, devrim adı altında milletin değerlerine savaş açıldığını, millet ile devleti barıştıran devlet adamlarının idam sehpasına çıkarıldığını hatırlıyoruz. 61 Anayasası’yla vesayet kurumlarına anayasal zırh sağlandığına, 71 Muhtırası’yla kamu görevlilerinin örgütlenme hakkının yok edildiğine, 114 Tur’da Cumhurbaşkanı seçemeyen TBMM’yi, 12 Eylül darbecilerinin, 16 yaşındaki çocukların yaşını büyüterek astığına, Kaynaklarımızı heba eden koalisyon süreçlerine, Millete had bildirmeye yeltenen hadsizlerin 28 Şubat post-modern darbesine, Siyasi istikrarsızlığın ekonomik faturasına, Artçı darbe girişimlerine, 27 Nisan e–muhtırasını hükümsüz kılanlara şahit olduk. 367 garabetiyle hizaya getirmek isteyenleri, 28 Şubat’ın paşalarını, Gezi’nin, 6-8 Ekim’in, 17-25 Aralık’ın maşalarını hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor. Cunta Anayasası’ndan ve oluşturduğu militer zeminde varolan darbe mevzuatından kurtulmanın tam zamanıdır. Bu olaylar 140 yıllık anayasacılık tecrübemizin çok başarılı olmadığını göstermektedir. 21 defa değişmesine rağmen 82 Anayasası Türkiye’nin gelecek vizyonunu oluşturacak zemin oluşmasına fırsat vermemektedir. Dolayısıyla; Derin devletin millet iradesini kamulaştırma belgesi 82 Anayasası’ndan, Ruhunda vesayet, hükümlerinden derin devlete esaret olan darbe anayasasından, İçinde millete ve millet iradesine dair zerre bulunmayan kutsal devlet anayasasından kurtulmalıyız. Milletin ve temsilcilerinin değil, cuntacıların ve atadıklarının eseri militer anayasadan, Vesayeti kurumsallaştırma, egemenliği parçalara ayırma aparatı anayasadan, Darbeyi kutsayan, darbecileri koruyan, vesayete kale olan ferman anayasasından kurtulmanın tam zamanıdır.”
İstikrarı Sağlayacak, Kamu Görevlilerini Siyaset Hakkıyla Buluşturacak Türkiye’nin Yol Haritası Yeni Anayasa Yapım Sürecini Bu Sefer Tamamlamalıyız” diyen Yalçın, “Bedel ödemekten kurtaracak, millet bildirgesi olacak, sivil akılla, özgürlük kalemi ve demokrasi mürekkebiyle yazılacak, milletten çalınan egemenliği yeniden millete teslim edecek, devletle başlayan anayasa yerine insan onuruna dayanan, ortak değerler, evrensel ilkeler ve temel hak ve özgürlükleri merkeze alan Yeni Anayasa İstiyoruz. Yeni Türkiye’nin yol haritası olacak, Yeni Türkiye yolculuğunu hızlandıracak Hükümet Modeline yer veren, eşit vatandaşlık temelli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı tanımlamasıyla ötekileştirme risklerini ortadan kaldıracak anayasa hayata geçirilmeli. İnsan haklarının esas, sınırlamanın istisna, yasağın ihtimal dışı olduğu özgürlükçü, örgütlenme hakkına sınırlama koymayan, kamu görevlilerini grev ve siyaset hakkıyla tanıştıran demokratik Yeni Anayasa’nın yapım ve yazım sürecini kesinlikle başarmalı ve tamamlamalıyız” ifadelerini kullandı.
SOSYAL DEVLET YAPISI GÜÇLENDİRİLMELİ
“Yeni Anayasa insan onuruyla başlamalı, sosyal devletle devam etmelidir” diyen Yalçın, “Madem Yeni Anayasa yapıyoruz. ANA-yasa. Analık insana mahsustur. O zaman yasaların yasası insanla başlamalı. Devlet gücünü değil, insanı yüceltmeli ve korumalı, insan hak ve özgürlüklerine dayanmalı. İnsanı diğer hiçbir şeye ihtiyaç duymadan yaşatacak olan onurudur. İnsanı insanlıkla ilişkilendiren de onurdur. Anayasa insan onurunu herkes için biricik kılmalı. Bir sistemin ve temel mevzuatın insan onurunu esas almaması en çok yoksulları, işsizleri, dezavantajlı grupları, dar ve sabit gelirli gruplar mağdur eder. Tam da bu nedenle, insan onuruyla başlayan Yeni Anayasa ‘demokratik, sosyal hukuk devleti’ ile devam etmelidir. Bu noktada ‘sosyal devlet’ kavramı sosyal barışı ve sosyal adaleti gerçekleştirecek bir nitelikte düzenlenmelidir. Mevcut anayasada zorla çalıştırma ve angarya yasaktır. Laf olarak güzel. Anadolu’da bir tabir vardır: ‘Karın tokluğuna çalışmak ya da ‘bedavaya çalışıyoruz’ gibi. Bugün açlık sınırının altında çalışanların tamamı ‘karın tokluğuna’ çalışanlardır. Kölelik kaldırılmıştır. Peki güvencesiz, açlık sınırının altında ücretlerle çalıştırılan taşeronlar modern köleler değil midir? Çalışanlara ‘mali kaynakların yeterliği ölçütünde ücret verilmesi tek taraflı bir tanımlama. Mali kaynaklarının yeterliği ölçütü nedir? Ekonomik anayasa yazalım demiyorum ancak ‘insana yakışır ücret’, ‘saygın iş’ kavramları anayasada yer alsın. Bu kavramları da hep birlikte tanımlayalım. İlle de anayasa içinde tanımlamak zorunda değiliz. Normlar hiyerarşisi içinde mevzuatta kavramları derinleştirerek ve detaylandırarak elle tutulur hale getirebiliriz. ‘Sosyal devlet’ mutlaka herkese iş verecek diye bir şey yok. Ancak ‘Sosyal devlet’i öyle tanımlamalıyız ki, Devlet ve devleti yöneten idare, İşsizlere iş bulma, Gelir adaletini sağlama, Sosyal barışı sağlama ve Kaynakları israf etmeme noktasında derin bir sorumluluk hissetsin” dedi.
İŞ GÜVENCESİ’NE ASLA DOKUNULMAMALI
Yeni Anayasa’da İş Güvencesini Teminat Altına Alması gerektiğini belirten Yalçın, “Demokrasi yoksa emeğin hakkından, özgürlük yoksa ekmeğin tadından bahsetmek mümkün değildir. Biz yeni anayasa ve emek örgütleri arasındaki ilişkiye bu pencereden bakıyoruz. Yeni anayasa İnsana, onuruna, haklarına önem; geleceğe, gelişmeye, büyümeye dair güven oluşturmalı, güven vermeli. Hukuk, hakları güvence altına alma ve koruma zemini ise; Anayasa bunun en üst yazılı normunu teşkil etmeli. Bu anlamda Türkiye’nin en büyük sendikal örgütünün genel başkanı olarak beklentimiz, Anayasanın kamu görevlilerine yönelik kesin, esnetilmez, deforme edilmez iş güvencesi perspektifi çizmesidir. Kamu görevlilerinin iş güvencesi sadece onlara ait bir güvence ve koruma değildir. Bu güvence kamu hizmetlerinde kalitenin, sürekliğin, etkinliğin ve kamu kaynaklarını doğru şekilde harcamaya dayalı verimliğin garantisidir. Bugünden geçmişe baktığımızda ortaya çıkan net bir gerçek var: Personel sistemi güçlü, personel mevzuatı güvenceli olan bütün devletler hem içerde egemenliğin gereklerini hem de dışarıda bağımsızlığın gerektirdiklerini çok net bir şekilde yapmışlar ve güçlü olmuşlar. Bugün dünyada durum farklı değil; ABD’den Almanya’ya İngiltere’den Fransa’ya baktığımızda adına ister sözleşmeli deyin ister hükümet memuru deyin kamu hizmeti üreten herkes hem hukukun hem kanunun hem sistemin hem de örgütlülüğün koruması altındadır. Korumadan da öte vasat değeri aşan emek, çaba ve başarılar hem kişi bazında hem kurum bazında ödüllendirilmiyor. Güvencenin üstüne toplum ve devletin duyduğu güveni yaşatan bir ödül mekanizması işletiliyor. Bizde ise, ‘Memurlar oturarak maaş alıyor. Çalışmayanın işine son. Devleti küçültelim. Bürokrasiyi azaltalım. Memur sayısını minimum düzeye çekelim’ gibi kulağa hoş gerçekte ise boş cümlelerle kamu görevlilerinin motivasyonu yok ediliyor, kamu görevlilerinin emeği ve ekmeği hedef alınıyor. Tabir-i caizse ufkumuzu genişletmek yerine birbirimizle körebe oynuyoruz” şeklinde konuştu.
SİZDEN BİZDEN AYRIŞTIRMASI SON BULMALI
Mevcut anayasanın ayrıştıran bir sistem üzerine kurulduğunu dile getiren Yalçın, “Sistem, ‘bizden’ diyerek görünmeyen, ‘onlardan’ denip es geçilmeyen memurlar ve bürokratlar üretiyor. Sürekli reform başlığıyla kamu görevlileri rahatsız ediliyor. Yeni Anayasa ile her şeyi açıkça ortaya koyalım. Artık kamu görevlilerini sürekli rahatsız etmekten vazgeçelim. Yeni Anayasa’da iki temel statü olmalıdır: 4/A ve 4/D Memur-Sen olarak yıllardır öneriyoruz; birçok statü olmasın. Bir memur statüsü, bir de işçi statüsü olsun yeterli. Yani 4/A ve 4/D. Eleman temininde güçlük çekilen yerlerde ise, çok istisnai olarak ve idarenin suiistimaline açık olmayan bir sözleşmelilik sistemi getirilebilir. Bu statünün kesinlikle hem çalışma yeri hem çalışma süresi itibariyle alanları net çizilmelidir. Yasak gündem, yasak konu, sınır, kapsam olmamalı. Bütün yasakları fasıl fasıl kaldıralım. 3. Dönem toplu sözleşmelerde fiilen kaldırdığımız kapsamla toplu sözleşmenin kapsamıyla ilgili yasakları tarihin çöp sepetine atalım. Cumhuriyet tarihi siyasi, sosyolojik ve ekonomik olarak farklı kesitlere ayrılabilir. Demokratik gelişme ve örgütlenme boyutuyla küçük bir siyasi ve sosyal tur yaptığımızda; 1923‘ten 1950’ye kadar bırakın sivil örgütlenmeyi, siyasi parti kurmanın bile sistemin altı okundan birini vücudunuzda bulmanıza neden olacak bir süreç yaşandı. 1950’de ‘Yeter söz milletin’ dendi. 1960’ta millet susturuldu. 1961 Anayasasına sorsanız özgürlükçü. Oysa; İşçi sendikaları sistemik vesayetin parçası haline getirilirken, Kamu görevlileri sendikaları henüz doğum sancısı çekecek aşamaya gelmemişti. Toplu sözleşme hakkı olmayan, sadece Örgütlenme hakkı olan kamu görevlileri 61 Anayasası’ndan 5 yıl sonra 624 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası ile örgütlenebilmişti. 71 Muhtırası’yla ben doğdum diyen memur sendikacılığı darbe mezarlığının sakini haline getirildi” diye konuştu.
DARBE ÜRÜNÜ ANAYASA İLE HAKLARIMIZ GASP EDİLDİ
Darbe ürünü 1982 Anayasası ile memurların haklarının gasp edildiğini hatırlatan Yalçın, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Darbe anayasası memurlara örgütlenme hakkını bile çok gördü. 1993 yılında örgütlenme ve toplu pazarlık haklarını içeren İLO Sözleşmeleri’nin TBMM tarafından onaylanması, 1995 Anayasa değişikliğiyle kamu görevlilerine örgütlenme ve toplu görüşme yapma hakkının sağlanmasıyla memur sendikacılığının önü açıldı. 90’lı yılların başından beri fiilen var olan memur sendikacılığı 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu ile resmileşti. 10 yıl gibi kısa sürede Memur-Sen’in öncülüğünde ve kesin kararlılıkla toplu sözleşme hakkı elde edildi. Ancak, ne yazık ki, toplu sözleşme için gereken bazı organlar o doğum sırasında kaybedildi. Artık tamamlanmalı. Çalışma şartlarını, özlük haklarını toplu sözleşme masasında konuşamayan sendikacılık tarihe karışmalı. Yeni Anayasa, Yeni Türkiye diyeceksiniz fakat Toplu sözleşme hakkına dair bir düzenleme getirmeyeceksiniz. Toptan devleti yenileyelim, milletin hakları eskisi gibi kalsın diyeceksiniz. Olmaz. Kabul edilemez. Aslında biz yeni bir şey istemiyoruz. Madem örgütlendik, madem toplu sözleşme masasına oturduk, yasak gündem, yasak konu, sınır, kapsam olmamalı. Avrupa Birliği ile fasıl fasıl her şeyi konuşmak istiyoruz. Doğru da yapıyoruz. Ama iş kendi çalışanlarımızla, memurlarımızla konuşmaya gelince çalışma şartları faslı ve özlük hakları faslı yasak fasılalar olarak duruyor.”
“Gelin bu fasılları açalım ve konuşalım ve birlikte karara bağlayalım” diyen Yalçın, “Kaldı ki, 3. Dönem toplu sözleşmesinde bunun mümkün olduğunu, bu yolla kamu görevlilerinin mutlu edileceğini, motivasyonun artırılacağını, kamu işvereni ile attığımız imza ile kanıtladık. Cuma namazı için öğle arası izninin artırılması, kadro konusu, fiili hizmet zammı kapsamının sınırlarının kaldırıldığına dair çarpıcı örneklerdir. Yine bu örnekler toplu sözleşme hakkının insana ve insan onuruna ve insanca yaşamaya dair her hususun masada insanca konuşmaya imkan sağlayacak bir içerikle düzenlenmesinin mümkün olduğunu gösteriyor. Yeni anayasa ile bu fiili durumu teminat altına alalım. Üniformalının, cübbelinin sendika üyesi olmasından korkmayalım. ‘Avrupa Sosyal Şartı’nın örgütlenme ve toplu pazarlık hakkını düzenleyen 5. ve 6. Maddelerindeki çekinceleri, 4688’deki yasak ve sınırlamaları yeni anayasa ile kadük hale getirelim. Toplu sözleşme hakkının kapsamına ilişkin sınırları kaldırıp, vesayet dönemi Türkiyesi’nin ve darbeci tayfanın yapay korkularıyla hayata geçirilen örgütlenme ve yasak sınırlamalarına el atmamak olmaz. ‘Üniformalısın sendikalı olamazsın. Örgütlenemezsin. Cübbelisin sendika kuramazsın. Derneklerle yetinmelisin. Danışmansın, uzmansın sendikayla bağ oluşturamazsın’ cümleleri Suriye için, Irak için ya da ismini söylemekte bile zorlandığımız üçüncü dünya ülkeleri için geçerli olabilir” şeklinde konuştu.
YENİDEN BÜYÜK TÜRKİYE’NİN YOLU YENİ ANAYASADAN GEÇİYOR
Geçmişin korkularını yenmeden geleceğin Türkiye’sini kurmanın mümkün olmadığını belirten Yalçın, “Geçmişin yasakları kaldırılmadan da bugünün Türkiye’sinde özgürlük hamlıktan kurtulamaz. Madem demokrasi bütün kural ve kurumlarıyla hayata geçecek; Önce sivil alanlarda ve örgütlenmeleri korku tünellerinden ve vesayetin kara deliklerinden çıkarmak durumundayız. O yüzden diyoruz ki, Avrupa Sosyal Şartı’nın örgütlenme ve toplu pazarlık hakkını düzenleyen 5. ve 6. Maddelerindeki çekinceler, 4688’deki yasak ve sınırlamalar Yeni Anayasa ile kadük hale getirilmelidir. Bu Ülkede Halen 3 Milyon 200 Bin Kişinin Siyaset hakkı yok, doktorun, öğretmenin, yüksek lisanlı donanımlı insanların siyaset yapmasından korkan bir yapı küresel rekabette bırakın önde olmayı piste dahi çıkamaz. Bireyden korkan sistemin örgütlenmeden korkması kadar doğal bir şey olamaz. Devlet önce temel hak ve özgürlükleri sıfır eksik ve yüksek teminat perspektifiyle düzenlemeli ki sivil toplum olsun, olabilsin, örgütlenme kültürü oluşabilsin. Bu ülkede hala 3 milyon 200 bin kişinin siyaset hakkı yok, doktorun, öğretmenin, yüksek lisanslı donanımlı insanların siyaset yapmasından korkan bir yapı küresel rekabette bırakın önde olmayı piste dahi çıkamaz. Bu ülkede 3 milyon 200 bin kişinin grev hakkı da yok. Kurum kapatmaktan özelleştirmekten, dönüştürmekten yorulduğumuz bir reform süreci yaşadık, yaşıyoruz. Elbette artıları var bu sürecin. Ama eksilerinin açtığı yaraları görmezlikten gelemeyiz. Elektrik dağıtım ve üretimini özelleştirdik. Aynı işi kamu tarafında yürüten kamu görevlilerine “siz şarteli kapatırsanız grev hakkı veremeyiz” diyen bürokratik yoğunluklu bürokratik bakış, Özel sektörün şarteli kapatmayacağını nasıl düşündü merak ediyoruz. Bir hakkın varlığı mutlaka kullanılacağı anlamına gelmediği gibi kullanılması da mutlaka zarar doğurur şeklinde yorumlanmamalıdır” dedi.
KAMU GÖREVLİLERİNİN HAKKI TESLİM EDİLMELİ
Kamu görevlilerine grev hakkının verilmesini, Bakanlar Kurulu’nun grev erteleme hakkının ise sınırlandırılması gerektiğini vurgulayan Yalçın, şu şekilde konuştu: “Kamu görevlilerinin grev hakkı, ne ülke ne de millet için tehdit aracına dönüştürülür. Buna biz tevessül etmeyiz, evrensel hukuk ilkeleri de izin vermez. Grev hakkı toplu sözleşme hakkının gerçekten eşitler arasında bir pazarlık olarak kullanılmasına zemin hazırlayan bir çerçevedir. Toplu sözleşmede verilmeyen ek ödemeler için hükümete karşı uyarı grevi yaptık, yine başörtüsü için sivil itaatsizlik gerçekleştirdik. Fiili olarak grev hakkını kullanıyoruz. Grev hakkı, milli güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık ve ahlak gerekçesiyle kısıtlanabilir, kısıtlanabiliyor. Milli güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık ve genel ahlak konularının içeriğini kim belirliyor? Bakanlar Kurulu. Bu da doğru değil. Bu konunun da açıkça kriterleri belirlenmelidir. Bu Anayasal hakkı Bakanlar Kurulu’nun kötüye kullanması engellenmelidir. Sivil toplumun ilk şartı düşünce özgürlüğüdür. İnisiyatif almak, gerektiğinde sivil itaatsizlik kartıyla olması gerekeni, olanı sağlamak demokrasi ve özgürlüğün bütün bireylere ve toplumlara en büyük hediyesidir. Ancak, bir şart var; hakkınızı isterken, ararken, alırken, bir başkasının hakkını, toplumun hukukunu, huzurunu bozmamak. Barışçıl yolla ve dille eylemde yapılabilir, gösteride yapabilir, yapılmalıdır da. Ölçü net, evrensel hukuka, toplumun genel ahlak algısına, üçüncü kişilerin hak ve hukukuna zarar vermeden her türlü hakkı, her türlü itirazı, her türlü isyanı dile getirebilmeliyiz. Bunu sağladığımız gün düşünmek başlangıç, başarmak ve dönüşmek ve değişmek sonuç olur.”
SOSYAL, MALİ VE ÖZLÜK HAKLAR KORUNMALI
“Emeklilere sendika kurma hakkı verilmeli veya mevcut kamu görevlileri sendikalarına üyeliklerinin devamı sağlanmalıdır” diyen Yalçın, sözlerini şu şekilde noktaladı: “Sınırımızı ihlal eden Rusya uçağını düşürdük. Çünkü egemenliğimizi korumamız gerekiyordu. Ülke içinde ve yanı başımızda sınırlarımızda terör için örgütlenen kimlikler var. Bunlardan da korkmuyoruz mücadele ediyoruz. Çünkü hem devlete hem millete bu anlamda güven duyuyoruz. Fakat emeklilerin örgütlenmesinden, sendika kurmasından, her ne hikmetse korkuyoruz. Bu korkuyla hala onlara sendika üyesi olma ve kurma hakkı vermedik. Evde oturan emekli mi, gündemi takip eden, eleştiren geliştiren, fikir üreten, tecrübeleri paylaşan emekli mi bizim ihtiyacımız. İtalya’daki emekliler sendika hakkına sahip, bu yüzden İtalya’nın huzuru mu kaçtı, ekonomisi mi sarsıldı, sokakları savaş alanına mı döndü? Hayır. Bizdeki gibi kahvede oturmak yerine İtalya’daki emekliler hem kendilerinin hem yaşadıkları toplumun gündemini takip ediyorlar, etkilemek için örgütleniyor, sosyal politikadan toplumsal dayanışmaya, tecrübe aktarımından ortak çalışmaya birçok zeminde örgütleriyle birlikte hareket ediyorlar. Yani hala çalışıyorlar ve çabalıyorlar. Almanya’da ve diğer gelişmiş ülkelerde de aynı. Biz de niye olmasın. Sonuç olarak, Yeni Anayasa; Evrensel temel haklardan olan çalışma hakkını, yine çalışma hakkına bağlı olarak örgütlenme, sendikal haklar, dinlenme hakkı, izin hakkı, ücret hakkı, emeklilik hakkı, işe erişim hakkı, iş sağlığı ve güvenliği hakkı ve sosyal güvenlik hakkı gibi sosyal, mali ve özlük hakları teminat altına almalıdır.”