HACI BAYRAM TONBUL
Yeni Türkiye’nin Demokrasi İle İnşası
Türkiye bir süredir içeriden ve dışarıdan gelen bir takım saldırılarla, müdahalelerle mücadele ediyor. Cumhuriyet tarihimizin en kanlı terör saldırıları, en kanlı ayaklanmaları sadece son birkaç yıl içinde yaşandı. Bu gelişmelerin Türkiye’nin yeni yüzyılının hemen öncesinde yaşanması şüphesiz bir tesadüf değil.
Her ülke ve toplum, konjonktürün de etkisiyle sürekli bir devinim halinde olur. Kendisini şartlara göre yeniler ve her yeni iklime bu yenilenme ile girer. Türkiye 94 yıllık Cumhuriyet tarihinde pek çok darbeyi pek çok terör saldırısını gördü. Ancak son yıllarda şiddeti giderek artan bir terör çemberine ve hiç görmediği kadar kanlı bir darbe girişimine sahne oldu.
Bu adımlar, Türkiye’nin küreselleşen ve giderek komplike hale gelen yeni dünya düzeninde sesinin daha fazla çıkmaya başladığı döneme denk geliyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra şekillenen dünyada bölgede söz sahibi olabilecek en güçlü aday Türkiye’ydi. ABD’nin 11 Eylül saldırılarından sonra kendi ekseninden çıkıp özellikle Ortadoğu siyasetinde söz sahibi olmasından sonra daha da değişen ve giriftleşen dünya siyaseti, Batı ve Sovyet bloğu dışında bir siyasi figüre ihtiyaç duydu. Bu ihtiyaç 2000’li yıllardan sonra ekonomisini İMF parametrelerinin dışında kuran, yalnızca kendi ülkesini değil özellikle Müslüman ülkeleri ve komşu ülkelerini de düşünen bir Türkiye’yi zorunlu hale getirdi. Türkiye, giderek bölgenin lideri konumuna geldi. Türkiye bir yandan AB ile ilişkilerini dengeli bir şekilde yürütürken aynı zamanda doğu ile olan bağlarını güçlendiriyordu. Batı siyaseti kendi içine çekip eritebileceği, bu sayede kendi bölgesinin sorunlarından uzaklaşmış bir Türkiye bekliyordu. Ancak bu denge siyasetini iyi yürüten bir ülke ile karşılaştı. Daha sonra özellikle Avrupa’da yaşanan ekonomik krizden sonra durağanlaşan Avrupa siyaseti ile Türkiye arasında çekişmeleri izledik. Üstelik Türkiye ekonomisi yabancı para fonlarıyla ayakta kalmaktan ibaret değildi artık. Göbek bağı yalnızca bölge siyasetine bağlı olmayan bir ülke şüphesiz bu gibi çöküşlerden etkilenmeyecekti, etkilenmedi de. Yunanistan’ın büyük bir krizle çökme noktasına gelmesi İngiltere’nin AB bölgesinden çıkma kararıyla Türkiye’nin yürüttüğü bu dengeli politikanın yerinde olduğunu sonraları idrak ettik. Böylece Avrupa siyaseti giderek kendi içine çekilirken Türkiye etki alanını genişletiyordu. Türkiye’nin “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” bakış açısını bir kenara bırakıp Fırat’ın kenarında kuzunun kaptığı koyundan kendisini mesul sayan siyaset anlayışı, bölge ülkelerin de güvenini kazanmasına yol açtı. Sonuç olarak karşımıza giderek artan siyasi gücünü kardeş ülkeler için de kullanmaktan geri durmayan bir Türkiye ile karşılaşıldı.
Bölgede kendisinden başka güç istemeyen odaklar karşılarına dikilen bu gücü zayıflatmak için harekete geçtiler. İç siyasetteki durumdan da yararlanarak işlerine gelebilecek dengeleri kullanarak Türkiye’nin gücünü zayıflatmak, dikkatini başka yere çekmek, kendisinden başka bir şeyle uğraşamaz hale getirmek için koordineli bir saldırıya geçtiler.
Her bir saldırıda Türkiye’nin siyasi olarak gücünü zayıflatmaya, ekonomik olarak güvenilmez hale getirmeye çalıştılar. Toplumun sinir uçlarını bu saldırı ve manipülasyonlarla kaşıdılar. Sonuçta deyim yerindeyse ülkenin ve toplumun bağışıklık sistemini bozmaya çalıştılar. Bir nebze burada başarı oldukları da söylenebilir.
En son örneğini 15 Temmuz darbe girişiminde gördüğümüz bu bozukluk, içerdeki bazı art niyetlilere koz verdi. Onlar da bu kozu kullandılar. Bağışıklık sistemindeki bozukluk, Türkiye’nin yalnızca kendisiyle uğraşmasını isteyip kaynaklarına dokunulmasını istemeyenlerin rahatsızlığı ve Türkiye’nin kötülüğünü isteyecek kadar gözü dönmüş olmalarıydı. Bu gözü dönmüşlük; halka silah doğrultmak, tankları üzerlerine sürmek, uçaklarla bombalamaktı. En dikta rejimlerde bile görmemizin zor olduğu böyle bir manzara ne yazık ki bizim ülkemizde birkaç ay önce gerçek oldu. Bereket versin ki necip milletimizin feraset ve dirayeti ile hem terör saldırılarını hem bu kanlı darbe girişimini atlattık. Bu birlik ve beraberlik ruhu Yenikapı’da ete kemiğe büründü. Yeni Türkiye’nin ilk işaret fişeği o meydanda atıldı belki de. Bir Ahmet Arif şiirini, bir Nazım Hikmet dizesini andıran o birlik ve beraberlik görüntüsü yeni bir toplumsal uzlaşıya olan inancımızı arttırdı. Türkiye artık yeni bir sürece giriyordu.
Yeni Türkiye’nin bu yeni süreçte artık 80’lerin katı ve tek taraflı kurallarıyla yürütülemezdi şüphesiz. Türkiye karşılaştığı bu vesayet odaklarıyla mevcut anayasa ile mücadele edemeyecekti. Yalnızca vesayet odaklarıyla mücadele etmekte değil, siyasetin işleyişinde de bu anayasa yetersiz kalıyordu. Bu nedenle bazı siyasi liderlerin yeni anayasa konusundaki öncülüğü ile başlayan bir inşa dönemi tam yerinde ve tam zamanında oldu diyebiliriz.
Ülkemiz özellikle 15 Temmuz’dan sonra adalete ve hakkaniyete her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Ülkemizin bu badireleri bir daha yaşamaması için demokrasimizi evvela adalet anlayışı ve çoğulculuk üzerine kurmamız elzemdir. Ancak bu şekilde önümüze rahatlıkla bakabiliriz. Aksi takdirde geçmişte yaşadığımız sorunların farklı veçhelerle tekrar yaşamamamız için bir sebep olmayacaktır.
Yeni Türkiye, yeni döneme demokrasi ile girme şansını iyi değerlendirirse şüphesiz önümüzde yeni ufuklar açılacak. Bu demokrasi, karar ve sonuç ne olursa olsun adaleti başat ölçü bilip herkesin refahını sağlamak için herkesin düşüncesine saygı duyup dikkate alarak yönetmektir.