MEHMET EMİN ESEN
Ülkemiz, Göçle İmtihanında Muvaffak Olacaktır
İnsanlar, tarihin her döneminde toplumsal, siyasal, ekonomik ve doğal birçok nedenle bulundukları yerleri bırakarak başka ülkelere ya da ülke içinde başka yerlere gitmişler, gitmek zorunda kalmışlardır. İnsanların yaşadıkları yerden başka bir yere geçici veya kalıcı bir süreyle yer değiştirmeleri daha iyi bir hayat yaşayacaklarına inandıkları için kendi istekleriyle olduğu gibi, çoğu zaman doğal afetler, savaşlar, açlık, güvenlik endişesi gibi ayrılışın zorunlu olması nedeniyle de gerçekleşmiştir. Bu zorlama ve zorunluluk, göçe siyasal bir karakter kazandırmakta, savaş dâhil siyasal nedenlerle göç edenler de mülteci sayılmaktadır.
Maalesef hepimiz göçün kaçınılmaz olduğu bir ortamda, göç gerçeğiyle karşı karşıya yaşamaktayız. Bugün Ortadoğu’da, Afrika’da ve Müslüman coğrafyalarında yaşanan dram,tarihte insanlığın yaşadığı en önemli dramlardan birisidir. Bu dram ve savaşlar neticesinde binlerce insan hayatını kaybetmiş, milyonlarca insan yerlerinden ve yurtlarından olmuştur. Savaş nedeniyle göç yeni bir olgu değildir. Binlerce yıllık bir gerçeklik olmakla birlikte; Edward W. Said’in dediği gibi “Yerküreyi sözcüğün gerçek anlamıyla yutan bir göç, zorla seyahat ve zorla ikamet döneminde yaşıyoruz.” Daha iyi bir yaşam umudu için değil, sadece ve sadece yaşamları için, bombalara maruz kalmış Afganistan’da iki milyona yakın insan, ülkesini terk etmek zorunda kalmış, Afganistan’ın iki büyük sınır komşusu İran ve Pakistan’a üç buçuk milyona yakın Afgan mülteci göç etmiştir.
Özellikle son beş yıldır Suriye’de yaşananlar dünyayı, bölgeyi ve en çokta Türkiye’yi ciddi düzeyde etkilemektedir. Suriye’de yaşanan çatışmalar sebebiyle bölge halkının can güvenliği tehlikeye düşmekle kalmamakta, temel insani ihtiyaçların karşılanamaması, barınmanın mümkün olmaması, alt yapının kullanılamaz hale gelmesi, insanların evlerini terketme, yeni yerlere göç etme ve başka ülkelere sığınmacı olarak yerleşme zaruretini göz önüne sermiştir. Yüzde sekseni kadın ve çocuklardan oluşan yaklaşık on milyon insanın göç etmek zorunda kalması çevremizde yaşanmakta olan dramın büyüklüğünü de ortaya koymaktadır.
Türkiye, coğrafi konum olarak son derece stratejik bir öneme haiz olmakla birlikte, tarihinin her döneminde halkının yardımsever oluşu ile insanı merkeze alan medeniyet anlayışıyla tüm muhtaç ve mazlumlara yardım elini uzatmış, göçmenlere, yerlerinden ayrılmak zorunda bırakılmışlara sığınabilecekleri sıcak dost kapısını açmıştır. Vicdan sahibi herkesin takdirle karşıladığı bu durum ülkemize yeni sorumluluklar yüklemekle birlikte ekonomi, sağlık, eğitim vb. alanlardaki yükünü de arttırmıştır.
Suriye halkının yaşadığı drama Batı sessiz kalırken, Türkiye’nin duyarlılığı ve yardımseverliliği tüm dünyanın gözleri önünde cereyan etmektedir. Türkiye, ülkesine gelen Suriyelilerin ihtiyaçlarının karşılanması konusunda çok büyük ölçüde dışarıdan destek almadan kendi imkânlarıyla mücadele etmektedir. Mağdur kardeşlerimiz Suriyeliler için yapılan harcamaların ise şu ana kadar 6,5 milyar doları bulduğu tahmin edilmektedir. Vatandaşlarımızın ve sivil toplum örgütlerinin yaptıkları maddi ve manevi desteği de düşünecek olursak Türkiye, emperyalist güçlerin ve işbirlikçilerinin açtığı büyük yarayı yalnız başına sarmaktadır. Maalesef başta Avrupa olmak üzere batı, sergilediği çifte standartla yaranın sarılması bir tarafa daha da derinleşmesine neden olmaktadır.
Beşşar Esed yönetiminin, adalet, eşitlik ve özgürlük isteyen Suriye halkına yönelik başlattığı yok etme operasyonu da Batı’nın bu çifte standart yaklaşımı yüzünden halen devam etmektedir. Batı, hem katliamlara sessiz kalıyor, hem de mazlumları yok sayıyor.
Batı'nın, bir an önce çifte standartlı politikalarını bir kenara bırakarak, adalet ve hakkaniyet eksenli bir politika izlemesinin gerekliliğini bir kez daha ifade ediyor, dünya üzerinde adalet temininin her bölgeye ve her insana ulaştırılmasını, zulme, sömürüye ve eşitsizliğe de son verilmesini temenni ediyorum.