ALİ YALÇIN
Ekonomik Tetikçiler ve Türkiye
ABD’nin Hazine Bakanlarından Connally 1971 yılında ülkesinde düzenlenen resmi bir toplantıda yabancı ülkelerin maliye bakanlarına yaptığı konuşmada “Dolar bizim para birimimiz ama sizin sorununuz” diyordu.
Amerikalı Finans ve hukuk danışmanı James Rickards, 2011 yılında yayımlanan “Kur Savaşları: Bir Sonraki Küresel Krizin Oluşumu” adlı kitabını “Düzensizliğe giden yola daha yeni çıkılmıştır.” saptamasıyla bitiriyordu.
Aslında, İmmanuel Wallerstein’ın 2001 yılında yaptığı “kapitalist dünya sistemi uzun süreli bir krize girdi” tesbitini de bu iki sözün arasına yerleştirmek gerekirdi. Ne var ki, çağımızda “neoliberal köksüzlüğün” kurguladığı akılların, uzun süreli tarihi çevrime atıf yapan bir analize tahammülü yoktur. Onun için, hafızanın ihmal edildiği, emeğin maliyete indirgenerek üretim öznesinin finansal kapitalizm tarafından anlam daralmasına doğru itilerek görece refahın pompalandığı bir zeminde, en azından döviz kurları üzerinden yapılan tartışmalara ve ülkemize karşı yürütülen operasyonların köklerine inmenin yolunun, yine kur savaşları olgusunu incelemekle mümkün olduğunu düşünüyorum.
Hazine Bakanı Connally’nin yukarıda aldığım sözü, Amerikan hegemonyasının zirveye çıktığı yıllarda sarfedilmiş bir sözdür. Finans uzmanı Rickards’ın tesbiti ise Amerikan sisteminin krizinin zirve yaptığı 2008 finansal krizinden hemen üç yıl sonra yapılmıştır. Oysa biz nitelikli birçok analistin yaptığı yorumlardan biliyoruz ki, ABD hegemonyası 1970’lerin ortasından itibaren gerilemeye başlamıştır. Ne var ki, ABD hegemonyasının kurumsal anlamdaki görüntülerinden olan doların rezerv para olma özelliği o günden bu yana dünya için bir sorun oluşturmaya devam etmektedir. Hatta öyle ki, ortodoks ekonomistlerin, siyaset bilimcilerin canhıraş bir şekilde savunduğu ve liberal demokrasinin temeline koydukları “piyasa fikrinin” üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanan Dolar’ın, aslında üretimin değer kazandığı ve serbest bir şekilde dolaştığı piyasaları yok ederek vakumladığı ve büyük bir kriz kaynağı olduğu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla rezerv para sistemi olarak dünyaya dayatılan dolar, piyasa düşmanıdır. Rickards’ın Kur Savaşları kitabını baştan sona okuduğunuz zaman bu fikriniz pekişir. Reel ekonominin dolar aracılığıyla finansal sistem tarafından emildiği bir düzlemde zaten piyasadan bahsedilemez. Bu çerçeveden bakılınca da serbest piyasa fikrinin eşitsizliği ve adaletsizliği gizleyen bir söylem olduğu gerçeğiyle yüzleşirsiniz.
Aslında bütün bunlar, kapitalizmin doğasından kaynaklanmaktadır. Yani kapitalizm, spekülasyonlarla ayakta kalan bir sistemdir. “Kapitalist üretim süreci ilkesi saf doğadan çıkmadığı için, kendisine hem araç olacak hem de karşı koyacak doğal organizmaları zorunlu olarak yok eder.”*
Artık mızrak çuvala sığmıyor; biz her ne kadar ülkemizde son zamanlarda yoğunluğunu artıran “spekülatif kur hareketlerine” bakarak yaşadığımız olayları salt bize ait bir sorunmuş gibi okusak da içinden geçtiğimiz/hatta durduğumuz sürecin en temel sebebinin bir üst paragrafta yaptığımız kısa analizde gizli olduğunu düşünüyorum. Konfederasyonumuz ve bağlı sendikalarımız, gerek uluslararası arenada gerekse ülkemizde gerçekleştirdiğimiz toplantılarda bu hakikatin altını çizerken “yeni bir dünya mümkündür” diyerek de geleceğe ilişkin inancımızı her dem canlı ve diri tutmaktayız.
Evet; yeni bir dünya mümkündür ve biz bu dünyaya ilişkin bazı emareleri de görüyoruz. Nitekim, küresel ölçeklerde yoğunlaşan arayışlar, bizim bu gözlemimizi teyit ediyor. Mayıs ayının başlarında İstanbul’da düzenlediğimiz “İnsan, Emek ve Küresel Rekabet” başlıklı sempozyuma katılan 105 ülkeden – ki bu sempozyuma Avrupa, Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi değişik coğrafyalardan 154 uluslararası konfederasyon ve 286 konfederasyon temsilcisi katılmıştır- sendikacının iki gün boyunca gerçekleştirdikleri konuşmalar, bizim bu noktadaki umudumuzu da artırdı. Özellikle neoliberalizmin oluşturduğu finansal balona karşı reel ekonominin temeli olan üretim ve emek denklemine ilişkin çözüm önerileri hatta sermayenin finans kapital tarafından nasıl bir yabancılaşmaya maruz bırakıldığına ilişkin tesbitler, finans kapitale karşı yeni bir sistem önerisinin iradi yönünü bize gösteriyordu.
Biz, küresel ölçekte oluşmuş bu iradenin yansımalarına bu sene ülkemizin emek tarafını temsil ettiğimiz 107. Uluslararası Çalışma Konferansı’nda da şahit olduk. Finans kapitalizminin dayattığı tek kutupluluk olgusuna dayanan küreselleşmeye karşı, Latin Amerika’dan, Afrika’dan ve Asya’dan yükselen “adil bölüşüm” sesleri, şimdiye kadar teorilerle süslenerek cari hale getirilen sömürgeci sistemin sonuna geldiğimizi gösteriyor. Biz de konferansta yaptığımız konuşmada özellikle teorilerin, örneğin kıt kaynaklar teorisinin nasıl bir kandırmaca olduğunun altını çizerek çoğulcu bir dünya fikrinin güçlü bir savunucusu olduğumuzu gösterdik. Gerçekten de, kapitalist sisteminin temelini oluşturan kıt kaynaklar teorisine karşı adil bölüşüm fikri merkeze alınarak yeni bir dünya kurabiliriz. Gerek Emek, İnsan ve Küresel Rekabet başlıklı sempozyumumuzda gerekse İLO’da konuştuğumuz emek örgütü temsilcileri tarafından güçlü bir şekilde kabul gören bu fikrimiz, bizim misyonumuzun kıtaları aşan yönünü gösteriyor aynı zamanda.
Aslında biz bu ve benzeri toplantıları MEMUR-SEN’in kuruluş gayesi olan “Adil bir dünya” ilkesi için bir fırsat olarak görüyoruz. Her gittiğimiz ülkede, bu ilkenin teorik zeminini anlatırken, özellikle emeğin dayanışması spekülasyonlarla hükümranlığını tesis eden finansal sisteme karşı da üretime dayanan ve insanlığın bütününe dönük olarak hizmet eden reel ekonominin yeniden kurulması gerektiğini savunuyoruz.
Reel ekonominin temelinde, tekrar vurgulayacak olursak üretim vardır. Fakat neoliberalizm herşeyde olduğu gibi “üretim” olgusunun da içini boşaltmıştır. Özellikle emek kavramını maliyete indirgeyerek emek-üretim denklemini aşındırarak bunu gerçekleştirmiştir. Reel ekonominin kurulması için emek-üretim denklemini de doğru bir şekilde kurmak gerekiyor. Yani emeğin söz sahibi olmadığı, sadece maliyet olarak algılandığı bir zeminde üretimden bahsedilemez. Dolayısıyla adil paylaşımı merkeze alarak emek-üretim denklemini yeniden bir zemine kavuşturmak zorundayız. Aksi halde, üreten ekonomi tesis edilemez.
Meseleye, şimdiye kadar bize dayatılan tüketim alışkanlıklarını sorgulayarak işe başlayabiliriz. Yani, finansal kapitalizmin tüketim çılgınlığına salık veren baştan çıkarıcı görece refah söylemlerini reddederek üretim olgusunu ekonomimizin, hatta hayatımızın merkezine koyarak bugünkü anaforu aşmamız mümkündür.
Eğer biz bu ilkeler doğrultusunda hareket edip üreten ekonominin önünü açarsak, ekonomimizde büyük bir yapısal dönüşüm gerçekleştiririz. Gerek kamu gerekse özel sektörün bir bütün halinden hareket etmesi sağlanabilirse biz bu dönüşümün çok kolay bir şekilde dönüşebileceğini düşünüyoruz. MEMUR-SEN ailesi olarak şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bütün gücümüzle çalışacağımızın teminatını veriyoruz. Bu noktada, yukarıda belirttiğimiz emek-üretim denkleminin sağlıklı bir şekilde kurulması yani emek ve üretim olgularının gerçek zemine oturtulması adına konfederasyon olarak üzerimize düşen görevleri de yerine getirmeye devam edeceğiz. Kısa vadede özellikle Bayram İkramiyesi, 3600 Ek Gösterge dahil çalışma hayatının beklentilerinin karşılanması ve ve tekliflerimizi kazanıma dönüştürülmesi adına mücadelemizi sürdüreceğiz.
* Siegfried Kracauer- Kitlenin Süsü;1929