ALİ YALÇIN
Umudumuz Sorunlardan Büyük
“Emperyalist egemenler tarafından kapitalist düzenin kurucu ve koruyucu unsuru konumundaki mevcut küresel finans ve ekonomik sistemlerinin 2007’den itibaren yaşadığı ve her geçen gün derinleşen büyük krizini aşmak için “sıcak savaş çıkarmak”, “çok uluslu terör örgütleri kurmak” dahil insanlık dışı her türlü yol ve yöntemin denendiğinin farkındayız. Hegemonik emperyalistlerin var oluşuna, kapitalist sömürü çarkının kuruluşuna payanda olan “kumar ve kumpas ekonomisi sisteminin” ve bu sistemle inşa edilen ve insanlığın mahkûm edildiği “köhne ve kahpe emperyal dünya düzeninin” yıkılışını sağlayacak her adımın, her çabanın, her çağrının paydaşı olmakta kararlıyız.”
Bu satırlar, 13 Aralık 2016 tarihinde Ankara’da düzenlediğimiz Genişletilmiş Başkanlar Kurulu Toplantısı’nın sonuç bildirgesinde geçiyor. Gerçekten de köhnemiş ve kahpe emperyal düzenin oluşturduğu anaforda, küresel ölçekte kriz ve kaos her geçen gün ağırlığını hissettirmekte. ABD Ulusal İstihbarat Konseyi Ocak ayı içinde yayınladığı raporda “Önümüzdeki 5 yılda, uluslararası ve ulus içi çatışmalar tüm yeryüzünde artacak” diyerek, -en azından yeni yönelimlerini ortaya koyarken- krizin de hangi aşamaya geldiğine dair ipuçlarını vermektedir. Yukarıdaki satırları bir de bu perspektiften okumakta fayda var kanaatindeyim.
Yeni arayışların, yeni yönelimlerin zorunluluk haline geldiği bir zaman diliminin içinden geçiyoruz. 1990’lı yıllarda dillendirilen “Tarihin Sonu” söylemleri çoktan çöpe atıldı. Şimdilerde “batı merkezci düşüncenin” müntesipleri, özellikle Trump’ın seçilmesinden sonra panik halinde yeniden “Medeniyetler Çatışması” tezini dolaşıma sokarak, tarihi yine kendi lehlerine yorumlamaya çalışıyorlar. Fakat eski çamlar çoktan bardak oldu. Çünkü beşli çetenin güdümündeki Birleşmiş Milletler başta olmak üzere adaletsiz dünya sisteminin ürettiği birçok kurum ve kuruluşun artık tarihin çöplüğüne gitme zamanının geldiği yüksek sesle dile getiriliyor artık.
Evet, bir süre daha eski sözleri duymaya devam edeceğiz. Ne var ki bu, uzun sürmeyecek. Zira şimdiden “eski” sıfatıyla konumlandırabileceğimiz “sistemin” açtığı yaralar kapatılabilecek gibi görünmüyor.
Bir düşünün… Kapitalist sistemin neden olduğu küresel çaptaki adaletsizlikler, bizzat sistem tarafından itiraf edilmekle kalmıyor, aynı zamanda sistemin baş aktörleri büyük krizlerle boğuşuyor. Bugün sistem analistleri dahi bu durumun içinden çıkamıyorlar. Nasıl çıksınlar ki? Küresel ölçekte, üretim ve finans arasında 1’e 100 gibi bir dengesizlik söz konusu. Öte yandan sermayenin gittikçe tekelleşen yapısı da sistemi “çözümsüz” bir daralmaya doğru itiyor.
Aslına bakarsanız, batı merkezci modern kapitalist dünya sistemi bizce doğal sınırlarına çoktan ulaştı. Artık sistem sahipleri epistemolojik düzlemde de çaresizler. Bir örnekle bu konuyu açalım. Bugün akademik düzlemde iktisat bilimi de anlam daralması yaşıyor; geçmiş zamanlarda en azından paylaşım sorununa da eğilen iktisat ilmi, bugün finans kapitalin efendileri lehine matematiksel hesap düzleminde değerlendiriliyor. Hatta öyle ki, emek kavramı dahi paranteze alınırken, geniş halk kitlelerinin refahı basit bir ayrıntıya indirgenmiş durumda. Daha net ifade edecek olursak, bugünkü sistem “insan fıtratını” paranteze alarak işlem yapmaktadır.
“Yeni bir dünya mümkündür” inancıyla “Bismillah” çekerek yola koyulan, günümüzün erdemliler hareketi MEMUR-SEN, tam da bu noktada, sendikal bazda “insan fıtratına” çağrı yaparak yeni arayışların öncüsü olmaya devam ediyor. Geçen Ekim ayı içinde SESRİC ile beraber İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz “İslam Dünyasında Sendikacılık” Sempozyumu bu arayışımızın bir ifadesiydi. Sempozyuma 58 ülkeden 80 konfederasyona bağlı 116 sendikacı dostumuz katıldı. Gerek oturumlardaki konuşmalar, gerekse sonuç bildirgesi bizi son derece umutlandırdı. Özellikle sonuç bildirgesinde yer alan “İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bünyesinde bir çalışma örgütü kurulması” yönündeki maddenin bizzat İslam İşbirliği Teşkilatı Dışişleri Bakanları toplantısında gündeme alınması ve bu yıl yapılacak İİT Çalışma ve Dışişleri toplantısında karara dönüşmesi için hazırlıkların başlaması umudumuzu azme dönüştürdü.
Medeniyet kodlarımızdan tevarüs eden “önce insan” ilkesini ete kemiğe büründürdüğümüz “İslam Dünyasında Sendikacılık” sempozyumu, bizim uzun yürüyüşümüzün önemli dönüm noktalarından biriydi. Çünkü yukarıda ifade ettiğimiz gibi paranteze alınmış “emek” kavramının, özellikle emperyalizmin kavramsal hegemonyasından kurtarılması adına bir adım niteliği taşıyordu. Katılımcı sendikalarla beraber, emek önceliğinde insan merkezli adil bir dünyanın kurulması adına gayret sarfedeceğimizi deklare ederken, yeni ittifakların da kapısını araladık.
11 Ekim’de yine İstanbul’da düzenlediğimiz “Filistin ve Kudüs İçin Hep Birlikte” uluslararası programı da bu ilkenin bir yansımasıydı. Emek hareketlerinin, insanlığın kanayan yarası Filistin ve Kudüs için ne yapabileceğini konuştuğumuz programda “Filistin topraklarında, bir Filistin sorunu değil işgalci İsrail sorunu vardır.” sözüyle eylem ufkumuzu ortaya koyduk. Bu sözle aynı zamanda dünyanın vicdan sahibi insanlarına bir çağrıda bulunmuş olduk.
Yine bu minvalde Halep özelinde zulüm altındaki bütün ümmet coğrafyası için faaliyetlerimize devam ettik, ediyoruz. İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz “Halep’i Ölümden, Dünyayı Zulümden Kurtar” yürüyüşü ile birlikte küresel ölçekteki “insani diplomasiye” dönük bir adım daha atarken, acil eylem planlarımızı da devreye soktuk. Bunun ilk adımı da bazı sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte Halep’e yapılacak insani yardımdı. “Halep’i açlıktan, insanlığı utançtan kurtar” diyerek 81 ildeki teşkilatlarımızı harekete geçirdik ve Halep’e insani yardım gönderdik.
Bu hareketimizle küresel şer şebekelerinin, bölgelere yerleştirdikleri terör kuklalarının karşısında bir kere daha mazlumların yanındaki yerimizi aldık ve dik duruşumuzu sürdürdük. Bu noktada, öncülerimizden Rahmetli Necmettin Erbakan’ın “Eğer Suriye işgal edilirse, asıl hedef Türkiye’dir” sözünü hatırlatalım. Buradan hareketle MEMUR-SEN olarak biz de “İnsani, tarihi, kültürel ve siyasi birikimini harekete geçiren, milli egemenlik ve tam bağımsızlıktan taviz vermeyen, siyasetten ekonomiye, eğitimden diplomasiye, bilimden teknolojiye hemen her alanda değişim misyonu ve gelişim vizyonuyla büyüyen ve gelişen Türkiye’nin küresel şer akıl tarafından hedef alındığını biliyoruz.” diyerek, duruşumuzu bir kere daha ortaya koyduk.
Biz biliyoruz ki; PKK/PYD, FETÖ, DAEŞ, DHKP-C başta olmak üzere, tüm mazlumlarının hamisi olan güzel ülkemize dönük kirli hedeflerin taşeronluğunu üstlenen bütün terör örgütleri, aynı akıl/el tarafından yönetilen ve vekalet verilen caniler ve hainler topluluğudurlar. İşte bu sebepten dolayı bu örgütlerin bertarafına, uzantılarının ve unsurlarının siyasal zeminden, kamu düzenine, kamu personel sisteminden ekonomik sisteme bütün alanlardan tasfiye ve tahliyesine yönelik faaliyetleri, “demokratik düzenin ve insan haklarına dayanan toplumsal hayatın korunması” noktasında devletin asli sorumluluğu kapsamında değerlendiriyoruz.
Fakat burada bir hususun altını da çizmemiz gerekiyor. Maalesef son zamanlarda çıkarılan KHK listelerinde yer alan bazı isimler kamu vicdanını yaralamaktadır. MEMUR-SEN olarak bu sıkıntıların giderilmesi ve masumiyet karinesinin korunması adına bir rapor hazırlayarak ilgili makamlara ulaştırdık.
Bizler, terör örgütleriyle en etkili mücadelenin verilmesinden yanayız. Lakin bu mücadele sırasında yapılan hatalardan dolayı ortaya çıkacak sosyal maliyetin de iyi hesaplanması gerektiğini, aksi takdirde terörü tersinden besleyecek bir toplumsal hoşnutsuzluk kapısının aralanacağını düşünüyoruz. Ayrıca, bu hususta yaşanan mağduriyetleri salt kendi üyelerimiz ve dünya görüşünde ortaklaştığımız kişiler bağlamında değil, inancına ve siyasi eğilimine bakmaksızın kişilerin insan hakları ve hukuku üzerinden adaleti ayakta tutma ve şahitlik saikıyla dile getiriyoruz.
Toplumsal tesanüt ancak bu şekilde korunur. İçinden geçtiğimiz anafor ancak ve ancak bu dayanışma ruhuyla atlatılabilir.
Yazıya son verirken temel bir meselenin altını da çizelim. Toplumsal tesanütün üst seviye çıkabilmesi için, temel konularda toplumda uzlaşının da azami ölçüde sağlanması gerekir. Türkiye’nin vesayet sisteminden kurtulabilmesi bu noktada önemli bir uzlaşı alanını oluşturmaktadır. Elbette yöntemler farklı olabilir. Fakat yine de zihnimizi ve hareketimizi pranga altında tutan vesayetin yıkılması, özgürleşmenin sağlanması ve dolayısıyla uzlaşının temelini oluşturan diyalog zemininin oluşması, tesanütümüzü artıracaktır. İşte önümüzdeki Anayasa Referandumu bize böyle bir zemin sunmaktadır. Evet-Hayır kutuplaşması yerine, şimdiden oluşacak diyalog zemini bize kapı aralayacaktır. MEMUR-SEN, elbette, vesayeti ortadan kaldıracak her türlü girişimi desteklemektedir. Bu süreçte de tavrımızı her zeminde açıkladık, açıklıyoruz: EVET.
Bize göre, hem baştan itibaren belirttiğimiz sistem krizini aşmanın hem de toplumsal tesanütü güçlü bir Türkiye idealini gerçekleştirmenin zemini Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçiştir. Fakat sistem değişikliği, ilerleyen süreçte, temel hakların ve özgürlüklerin genişletilerek toplumun tüm katmanlarıyla daha anlamlı hale gelecektir.